24 Aralık 2013 Salı

Taşradan Futbol Hikayeleri :Aslanım ne biçim Şumaher'sin ya




Gençlerbirliği taraftarı Necdet Özkazancı'nın  yazlık sinemalar,kitaplar ,türküler ,maçlar ,çocuklar ve  futbolcular ile ilgili anıları ve çok beğendiğim hikayeleriyle  gerçek bir futbol kitabı !

Yazarın çocukluk yıllarının geçtiği Polatlı'nın Polatlıspor'u , mahallesinin güzel takımları ve Gençlerbirliği ile ilgili Ankara şivesiyle yazdığı neşeli hikayelerde hepimizin çocukluğundan bir şeyler var.Özellikle benim gibi "Angara'nın ikmeni yemiş" olanlar için ....

Ankara 19 Mayıs Stadının dışındaki toprak sahanın müdavimi amatör takımlarının imkansızlık dolu öyküleri,eski futbolcuların bazıları mutluluk bazıları pişmanlık dolu hatıraları ,köyler arası maça damperli kamyon ile giden takımların futbol sevgisi ,8 kişinin seyrettiği maçlar..Yani konu sıkıntısı yok.

Bir mahalle maçındaki hikayede Polatlı'daki çocuklar Aykut,Oğuz,Rıdvan, Şumaher oluyorlar  .Gol yiyen arkadaşlarına "Aslanım, sen ne biçim şumaher'sin ya,atlasana adamın ayağına" diyerek kızıyorlar...

Bir kış günü Necdet Özkazancı'nın babasının anlattığı Lefter'in milli forma ile Yunanistan'a gol atmasının gerçeküstü öyküsü de nefis .Bu öykülerde Çörçil ve İnönü bile var...
....
....
Okurken ,çocukluk yıllarımda Fenerbahçe Ankara'ya geldiğinde bilet bulamayıp Ankara tribünlerde oturmak mecburiyetinde kaldığımız günler aklıma geldi. Buz gibi soğuk havada üzerinde sadece evde örülme kahverengi bir kazak ve gri ceket ,muhtemelen yüksek promilli bir abi tellere çıkıp "Allahını peygamberini seven Angara diye bağırsın" der ve zorla tezahürat yaptırırdı.  Fenerbahçe gol atınca sevincimizi gizlemek için tırnaklarımızı avuç içlerimize bastırırdık ...Bazen de Gençlerbirliği ve Ankaragücü'nün herhangi bir takımla maçına gider, maçın başlamasına yarım saat kala ,eğilerek (neden o kadar alçaktı acaba ? ) bilet gişesinden biletimizi alır tribüne girer maçı seyredip futbol özlemimizi giderirken Fenerbahçe hasreti daha da büyürdü ve  "keşke Fenerbahçe Ankara takımı olsaydı her hafta seyredebilsek" derdik... 

Hayatın içinden bol bol hikaye ile tavsiye edeceğim bir kitap.
"Konstans olup okumak gerek ,dölek  kitap" (*)

(*) okuyanlara özel

27 Kasım 2013 Çarşamba

"Bazen Gecikme Oluyor..." Necmi Tanyolaç'ın kaleminden


Fenerbahçe Kulübüyle ilgili çok hatıram var.Unutulmaz başkanlardan rahmetli Dr.İsmet Uluğ ile bir gün evinde çay içiyoruz."Sizler genç spor yazarlarısınız .Bizler Fenerbahçe'ye ,Kurtuluş Savaşı'nda cephelere silah taşıyan günlerden geldik.Fenerbahçe,şampiyon oluyor,kulüp olamıyor.Dilerim ikisini birden görmek size nasip olur..."

İsmet Uluğ'un hasretini her yerde anlatıyorum.Bugün de sırası geldi tazeledim. Ölümsüz başkana sevgiyle seslenmek isterim: "Gözünüzaydın İsmet Abi.Fenerbahçe kulübü tarihteki şanına uygun adımlarla devleşiyor. Dünyalaşıyor .Şampiyonluk dersen...Biraz gecikme oluyor.Canını sıkma İsmet Abi.Bügün değilse yarın..."
                                                                                           
                                                                                                          NECMİ TANYOLAÇ
                                                            Fenerbahçe "Yıldırım" hızıyla büyüyor yazısından

İstanbul'u ama özellikle Büyükada'yı ,futbolu,sporu ama özellikle Fenerbahçe'yi seven usta yazar ve gazeteci Necmi Tanyaloç aramızdan ayrıldı . Yıllar önce kaybettiği eşi Nilüfer Hanım ile buluştu...

Yazılarını topladığı 8,15 vapuru,Martlı Kahve,Adanın Yeşil Çamları kitaplarını okumuşlar veya okuyacaklar onun sevgisini,beyefendiliği,abartısız ama güçlü üslubunu hemen anlarlar...

Nur içinde yatsın...

6 Kasım 2013 Çarşamba

Erman Yıldırım: Ben Galatasaray maçında oynamıştım

Fenerbahçe konuştuğumuz bir mail listemiz vardı.
"Benim arkadaş falanca da var" ile yıllar içinde daha da büyüdü.

O ekip ara sıra toplanırdık, bir gece Beyoğlu'nda yine toplandık.
Masadaki bir iki arkadaşı yeni görüyoruz.

Sohbet bir anda "kim daha fazla Galatasaray galibiyeti gördü ? " soruna döndü.
Haliyle "kimler Kadıköy'de Galatasaray mağlubiyeti gördü ?" şeklini aldı.
"TSYD sayılır mı,kupa dahil olmalı mı, askerde olduğun dönem sayılsın mı ?" diye devam etti.
Kriterler belirlenince birimiz "en çok Galatasaray galibiyeti gören" olarak seçildi .
Helal olsun dendi, genç olanlar "kaç maçta bunu yakalarım?" diye düşündü .

Demiştik ya, o gece ilk kez gördüğümüz arkadaşlar var diye.
Onlardan birisi çıktı, "Ben Galatasaray'a Fenerbahçe formasıyla 2 gol attım" deyiverdi !

"Kimdir necidir bu vatandaş, sallıyor mu ?" derken açıkladı.
"Şu tarihte Fenerbahçe genç takımında oynuyordum, sahamızda Galatasaray'ı 3-2 yenmiştik ben de 2 gol attım"

Aradan yıllar geçti, acaba "3 golü de ben attım" mı demişti, şimdi yazarken aklım karıştı ama bu detay bütüne ve sonuca bakınca pek önemli değil...

Bir anda sustuk.
İçki içen içmeyen herkesin kadehini bu arkadaşa kaldırdı...

 * *
  * *

Yukarıdaki gerçek hikaye bundan 5-6 yıl sonra tekrar yaşanabilir.

Bir arkadaş toplantısında esmer bir adam "Galatasaray'ı 6-0 yendiğimiz maç var ya ,ben o gün sahadaydım" diyebilir. Adı Erman Yıldırım ise uzatmayın, doğru söylüyor !

Fenerbahçe altyapısından yetişen ve U ile başlayan milli takımlarda bol bol oynayan stoper Erman , hayatındaki ilk profesyonel maçına o maçta, 6 Kasım 2002'de çıktı ve 5 dakika oynadı ! Çılgın Lorant Rapaiç ve Revivo yanında otururken onu tercih etmişti !
Erman Yıldırım Fenerbahçe formasıyla

O sezon 2 maçta daha forma giydi.
Fenerbahçe'nin kendi rüzgarından savrulduğu çok talihsiz, çileli bir dönemdi .

Erman Fenerbahçe'den ayrılıp sırasıyla Antalyaspor, Mardinspor, Adanademirspor, Güngören Belediyespor, Akhisar Belediyespor, Yeni Malatyaspor, Belediye Vanspor formalarını giydi.

Erman Yıldırım Akhisar formasıyla

7 farklı şehirde 7 takımı gezen, 1983 doğumlu Erman henüz 30 yaşında.
Ancak bu sezon- an itibariyle- hiçbir takımda oynamıyor.

Hikayesinden bence bir film çıkar.

"İlk maçını Türk futbol tarihindeki en farklı derbi galibiyetinde oynayan adamın öyküsü"

Futbol ilginç bir oyun, nankör bir meslek  ve 6-0 az rastlanır bir skor...

2 Ekim 2013 Çarşamba

Fenerbahçeli Mehmetçik Basri Kitabı


Futbolculara jübile yapıldığı dönemlerde o özel gün için çıkan kitaplar olurdu.
Bolca resim, kariyeri,onun hakkında ne dediler ve son sayfalarda bolca reklam.
(Oto)Biyografi için ideal kaynaklardı.

Jübileler bitti,biyografiler de bitti...

Yıllar sonra, sevgili Haluk Hergün çok büyük bir işe kalkışarak yıllar süren bir emekle Lefter'i yazdı.

Ömer Kaner'in oğlu Serhat Kaner de "Fenerbahçeli Mehmetçik Basri'yi" yazmış.
Ne de iyi etmiş.

Mehmetçik Basri'nin Serhat'ın dayısı olduğunu bu kitap vesilesiyle öğrenenlerdenim.
Yani Ömer Kaner meğerse Dirimlili ailesine damat gitmiş.

Ömer Kaner


Kitabın içinde Basri Dirimlili'nin futbola nasıl başladığı, Fenerbahçe'ye nasıl geldiği , 2 defa nasıl ayrılmanın kıyısından döndüğü , forma sevgisi ile parlak transfer tekliflerini nasıl reddettiğini , kısa Karşıyaka macerasını , Kıbrıs'da antrenör-oyuncu ve belinde silahla mücahitlik günlerinde yaşadıklarını, Fenerbahçe ve diğer kulüplerdeki menajerlik antrenörlük günlerini öğreniyoruz ...

Başının yarılması ile ortaya çıkan efsane fotoğrafın öyküsü ve "Mehmetçik" lakabını nasıl aldığını okurken şunu öğreniyoruz, rahmetli Basri defalarca böyle sargılar, kırıklar ,kapanan gözler ile oynamış.Yani onunki bir maçlık bir paye kapma değil !


Necmi Tanyolaç, İslam Çupi ,Halit Kıvanç ;Cem Atabeyoğlu gibi ustaların Basri ile ilgili söyleşileri,yazıları da kitabın içinde yer almış.

Çubuklu formayı beraber giydiği Can,Şükrü,Fikret,Mikro Mustafa,Ogün,Naci,Ahmet gibi bir çok takım arkadaşının ,spor adamımın,Fenerbahçeli'nin ,Eskişehirspor amigosu Orhan gibi renkli isimlerin yazı ve yorumları da var.

En arka bölümdeki ,bazıları ilk kez gördüğüm(üz) tahminen aile albümlerinden çıkma fotoğraflar gazete kupürleri var.

Mehmetçik Basri'nin iki çok başarılı dönem DIDI ve Stankoviç ile beraber çalıştığını bildiğimden bu yıllara ait daha çok anı,bilgi olsun isterdim....Kitaptaki bazı tekrarlar keyfe keder .Futboldan uzak birisi kitabı okursa anılar -maçlar kronolojik gitmediği için kafası karışır mı endişem de umarım sadece benim endişem olarak kalır.

Okumalık,hediye etmelik bir kitap.

İncelemek ve almak için :
http://www.dr.com.tr/kitap/fenerbahceli-mehmetcik-basri/serhat-kaner/edebiyat/biyografi-oto-biyografi/urunno=0000000455784


19 Eylül 2013 Perşembe

Başka şeye bakmak lazım

Mehmet Ali Aydınlar 18 Eylül 2013'de sunumu sonrası, çok iyi hazırlanmış  "soru-cevap" bölümünde bir söz söyledi...

O an -bence- metin yazarlarının özenle hazırladığı konuşmada yoktu.Bir Vicdan İsyanıydı.



Eminim basın toplantısını izleyen, dinleyen, okuyan Fenerbahçelilerin ezici çoğunluğu da o an Mehmet Ali Aydınlar'ın ağzından kendi seslerini duydular. Aynen şöyle dedi.

"Yani ben Fenerbahçeliyim.Çocukluğumdan beri bütün maçlarını izlerim. Benim en çok zevk aldığım Fenerbahçe 103 gollü Veselinoviç’in olduğu dönemdi, şampiyon olduğumuz dönemdi.İkinci en çok zevk aldığım dönemde bu şike yapıldığı iddia edilen sezon ikinci dönemki Fenerbahçeydi. Gerçekten olağanüstü mücadele, çok başarılı futbol.Hepimiz zevk aldık yani şimdi söylememde hiçbir sakınca yok. Ama arkadaşlar başka şeye bakmak lazım…"

İşte,ilk günden beri her yaştan Fenerbahçeli'nin "aklı" o son cümleyi kurmasına engel oldu yani  "ama başka şeye bakmak lazım" deniyor ya, o akıl baktırmadı !

38 aydır "Bu takım ayna karışında kendi kendine mi şike yaptı, hani rakip takım ? " diye mizahla karışık merak ettiler.

"Hangi futbolcular ve hakem ile şike yapılmış ?" diye sordular.

"Hangi pozisyonda şike ile gol atmışız ? " diye isyan ettiler.

Aslında mahkemede, o an çok kızdığımız Mehmet Yıldız'a "o golü niye atamadın ?", Korcan Çelikay'a "o golü niye tutamadın" soruları gerçeğe en çok yaklaşılan anlardı. Futboldan söz edilen nadir anlar... 

Biri teknik olarak kötü vurdum bir diğeri saha kaygandı tutamadım dedi. "İyi öyle diyorsunuz ama işte ekrandaki o maç için aldığınız paranın gizli kamera görüntüsü, bu da offshore hesaba yatan paranın makbuzu" denmesi veya "kusura bakmayın bir hata olmuş" denmesi bekleniyordu.Hiç biri olmadı...

"Eğer bir suç varsa tüm deliller ortaya çıksın" diyen Fenerbahçelilerin haklı isyanına "suçsuzuz diyorsanız kanıtlayın" diye gelişine vole ile cevap geldi.

Fenerbahçeliler aşırı tepkiler verirler. 
Kaçan şampiyonlukta stadı yakmak, her şampiyonluğu-sanki ilkmiş gibi 40 gün 40 gece kutlamak gibi, ilk mağlubiyette hocanın kellesini istemek, bir galibiyet ile şampiyon olmuş gibi sevinmek gibi.

2010-11 sezonunda şike yapıldığına dair en ufak kırıntıyı bulsalar Aziz Yıldırım posterlerini salı pazarında yakar, Faruk Ilgaz tesislerini basarlardı.

3 ay konuşulup unutulacak denirken hiç bir şey unutulmadı.

Sonra Türk işi bir çözüm bulundu.

"Kişiler ve kurumlar ayrılsın"

Fenerbahçe lehineymiş gibi gözüken bu durum aslında tam tersiydi. Fenerbahçe'nin yöneticilerini şikeci, Fenerbahçe'yi kollanmış gösterip hedef haline getirdi.

Şike ya vardır ya yoktur.
Birazı, ortası, fazlası  olmaz.

Bu arada kılıfın çok önce hazırlandığı ortaya çıktı .
Meğerse kanunla  "telefon dinlemeleri yeterli başka delile gerek yok " denilebiliyormuş.

Telefon dinlemelerinde "tarla dendi, tarla şike demek.O halde şike yapıldı" gibi düz mantık hakim olabiliyormuş (Tarla denen maç hangisiydi, Fenerbahçe o maçtan beraat etti mi diye sorsam cevap gelir mi ? )

Tavşan olmadan da niyet okunup, ince ince çalışıp şike bulunabiliyormuş !

Şimdi "Aykut Hoca ve talebelerinin alın terine asla laf yok, o sezon sahanın içi tertemizdi" sözlerini söylemeye yeni başlayanların vicdan uykuları mı bitti, geçici körlük mü sona erdi bilinmez.

Biz Mehmet Ali Aydınlar ile başladık, yazının konusu da o.

"Fenerbahçe'nin puanı silinecekti, kupası alınacaktı, elde ettiği gelir iade edilecekti ve bir yıl da Avrupa'ya gitmeyecekti " teklifini sunduğunu ve o dönemdeki Fenerbahçe yönetiminin bu cazip(!) teklifi kabul etmediğini söylerken ve üstüne de tüy dikerek "Ne olacak Fenerbahçe her sene Şampiyonlar ligine mi gidiyor  ? Bir sene daha gitmezdi ve bu iş kapanırdı" yorumunu yaparken "soru-cevap" bölümünde medyadan, salatalardaki rende havucu kenara itip salatalığı  yakalama amaçlı çatal bıçak sesleri dışında  ses çıkmadı.

Fenerbahçeliler ekran veya radyo'ya doğru (çoğu sinirden ayağa da kalktı) sordular:  

"Ey Mehmet Ali Aydınlar, madem 103 gollü sezondan sonra en beğendiğin, olağanüstü mücadele verilen, başarılı futbollu sezon 2010-11 sezonuydu, operasyon başladığında sadece bunu söylesen ne olurdu ? Şimdi söylememde sakınca yok ne demek ?"  

Fenerbahçeliler başka şeye bakmadı, bakmayacak...


7 Eylül 2013 Cumartesi

Bir Şehir Efsanesi:Fenerbahçe Yanlış Aykut'u transfer etmiş

Sakaryaspor'dan yetişen iki Aykut var.
Aykut Yiğit (Büyük Aykut) ve Aykut Kocaman (Küçük Aykut)
Her ikisi de Fenerbahçe'ye transfer oluyorlar.

Önce gelen Büyük Aykut.
1986-87 döneminde Fenerbahçe'nin fırtınalı  bir döneminde geliyor.
Çok az forma şansı bulup Bakırköyspor'a kiralanıyor,sonra Altay'a gidiyor...

1988-89'da gelen Aykut Kocaman'ı tanıtmak ayıp olur.
Onun Fenerbahçe'deki başarısı üzerine hep konuşulan bir konu var

"Fenerbahçe yanlış Aykut'u almış...Yöneticiler Aykut Kocaman'ı almaya gitmişler ama karıştırıp Aykut Yiğit'i almışlar..."

Doğru olabilir mi ?
Beraber bakalım.

1986-87 sezonu başlarken Aykut Yiğit 27 yaşında.
84-85 sezonunu 20 gol (gol kralı olmuş),
85-86 sezonunu 16 gol ile kapamış.
Sakaryaspor formasını 124 defa, öncesinde Eskişehirspor formasını 44 defa giymiş.

Fenerbahçe'ye gelmeden önce 85-86'da Türkiye Kupasında Sakaryaspor Fenerbahçe'yi 2-0 yenerken takımın 2 golünü atmış. Fenerbahçe daha önce de 2 farklı maçta golü var.

86-87 sezonu başlarken Aykut Kocaman'a bakalım.
Henüz 21 yaşında.
Sakaryaspor'da 38 maçta 7 gol atmış.
Ancak yeteneği diller destan, hatta Galatasaray da transfer etmek istiyor...

Amacım birisini aklamak vs değil.
Transferi o dönemde kim yapmış bilmiyorum.
Aykut Yiğit için Sakaryaspor'a 60 Milyon TL bonservis bedeli ödenmiş.



Bu bilgiler ışığında Fenerbahçe yöneticileri  -bence- gol kralı olmuş Aykut'u almışlardır.

4 sezon önce Lig Radyo'da Unutulmaz Maçlar programını yaparken adını hatırlayamadığım, o dönem Sakaryaspor'da yöneticilik yapan birisi de arayarak benzeri düşüncede olduğunu söylemişti.

***

Aykut Yiğit 7 Eylül 2002'de Sakaryaspor'da antrenörlük yaparken takımının geçirdiği kazada vefat etti.Vefat yıl dönümünde Aykut Yiğit'i anarken bu bilgileri ve yorumu da eklemek gerek diye düşündüm...Nur içinde yatsın ve Allah Aykut Kocaman'a uzun sağlıklı bir ömür nasip etsin...

Yazıya twitter üzerinden gelen yorumlar:

Volkan Demir @albandemir : bunu Aykut hocaya sormuştum. en çok üzüldüğüm konulardan biri demişti. Kesinlikle yanlışlıkla transfer falan yok. Aykut hoca 'Aykut abi (yiğit) gol kralı olarak transfer edildi. Tamamen şehir efsanesi' demişti.

Ahmet Köksal @acoxall :  Bir Sakaryalı Fenerliyim. O dönemde Aykut Yiğit çok daha önde gelen ve bir kaç kez milli takımda da yer alan gol kralı bir oyuncuydu.Aykut Kocaman ise 20 yaşındaydı ve kariyerinin daha başındaydı. Oğuz Çetin bile tam olarak parlamamıştı. TD ise FB'li Necdet Niş idi. Yanlış Aykut transferi tamamen uydurmadır.Aykut Yiğit 16 yaşında A takım kadrosuna alındı (2.lig). 1984 doğumlu kuzenimin adı Aykut'tur. O derece sevilirdi.
Volkan Demir :


19 Ağustos 2013 Pazartesi

Mustafa Kemal

"İyi günler bu akşam için rezervasyon yapmak istiyorum" diyorum ama karşımda bir çocuk sesi var . İçeriye sesleniyor " rezervasyon için arıyorlar "diye, içeriden bir ses de "sen alıver" diyor. 

-Evet not alıyorum akşam kaçta gelirsiniz rezervasyona? ( galiba ilk defa bu işi yapıyor )
-19.00'da orada oluruz.
-Peki isim nedir ?
-Bozkurt Yılmaz.
-Tamam akşam bekliyoruz ! 
-Ben kiminle görüştüm ?
-Ben Mustafa Kemal, şey ikinci kasiyerim yani kasiyerin yardımcısıyım .
-Memnun oldum Mustafa Kemal , bence bana bir soru daha sorman gerek 
-Öyle mi ? Nedir ? 
-Kaç kişisiniz diye de sormalısın.
-Aaa Evet , soracaktım ama unuttum . Kaç kişisiniz ? 
-5
-Tamam akşam bekliyoruz

--Akşam--

Cennet Restaurant'a giriyoruz, Mustafa Kemal'i soruyorum, ortalarda yok. Bir garson bize yer ayarlamaya çalışıyor ama rezervasyonumuzu bulamıyor, sonra ortadan kayboluyor ...

Hanım ' hadi başka yere gidelim' diyor ve o anda tam kapıda karşımızda 10 yaşında gözlerinin içi gülen Mustafa Kemal.

Rezervasyonu 3 kişi anlamış ( kesin ilk defa bu işi yaptı !)  "Daha rahat edersiniz" diyerek bize 8 kişilik bir başka masayı ayarlıyor.

"Balıkları ve mezeleri içeriden seçeceksiniz" diyor ve seçmeye giderken sohbete başlıyoruz.

-Mustafa Kemal sen Fenerbahçelisin değil mi ? 
-Aaa nasıl bildiniz ? 
-Sence ?
-Bilmem , attınız tuttu mu ? 
-Hayır. Mustafa Kemal hangi takımı tutuyordu ? 
-Fenerbahçelidir ( öyle bir söylüyor ki sanki kendisiyle konuşmuş ) 
-İşte oradan bildim . Ayrıca çok zekisin, kibarsın...
-Teşekkür ederim. Siz hangi takımı tutuyorsunuz ? Yoksa Galatasaray mı ? 
-Mustafa Kemal, kendimi şu soğuk azmağa kazların kefallerin arasına atarım .
-(Gülüyor ) Abi zaten sizde Fenerli tipi var ama yine de sordum . 

Balıklar mezeler seçiliyor. Mustafa patronun oğluymuş bu sene 5. Sınıfa geçmiş. Yazları hep buradaymış ...

-En sevdiğin oyuncu kim Mustafa ? 
-Alex ama gitti, şimdi hepsini aynı seviyorum
-Özel biri var mı Sow, Kuyt, Emre ? 
-Yok ama Volkan'ı çok beğeniyorum.

Gece boyu tüm servisi Mustafa yapıyor. Yan masalar garson ararken bizim Mustafa 10 dakikada bir ' bir şey lazım mı ?" diye yanımızda bitiyor. İsmi babasının adı Kemal ve amcası Mustafa 'dan gelmiş, pek de güzel olmuş ... 

Okul, futbol, restaurant bol bol sohbet ediyoruz. Diğer garsonlar Mustafa'yı uzaktan bıyık altından gülerek takipteler. Hatta " herşey yolunda mı ?" diye şef garson da geliyor. Mustafa varsa sorun yok diyoruz . 

"Tatlı ne var ?" diye soruyoruz. Sayıyor ve " isterseniz bir tabağa incir ve kabak karışık yapayım daha iyi olur " diyor. Tamam diyoruz .

İki ayrı tabakta getiriyor ve "tek tabak dedim ama tatları karışır diye iki ayrı tabağa koydum" diyor. 

Çay kahveyi bir teyze getiriyor. "Hepsini yaptım ama onu dökerim " diye getirmemiş ...

Hesabı isteğimizde elinde POS ile geliyor. Bizim hanım " bunu kullanmayı biliyor musun ?" deyince " evet evet, bunu uzun zamandır biliyorum" derken servis işinde yeni olduğunu bir kez daha anlatmış oluyor. Ben şifreyi girerken yana bakıyor :-) 

Okullarını bitirince ailesinin bu restaurantında çalışmak hayali varmış. İnşallah ... 

"Bence bu sene kesin Fener şampiyon olur "deyince biz de ona katılıyoruz.

Çıkmadan önce 'Mustafa, bak ben bütün Fenerbahçeli arkadaşlarıma Akyaka'da Cennet Restauranta gidin , Mustafa'yı bulun diyeceğim. Tamam mıdır ? " diyorum . "Tabii abi " diyor. 

-Müsaade edersen bir fotoğrafını çekebilir miyim ?
-Tabii abi.



16 Ağustos 2013 Cuma

KKTC-Türkiye-Arsenal - Fenerbahçe Hattı

Ergazi veya Rumca ismiyle Ovgoros...

Bir zamanlar o köye gelenler merakla "burada kim yaşıyor ,bu bayraklar nedir ?" diye sorarlardı.

Zira köyün girişinde 4 dev bayrak direği ve direklerin üzerinde sırasıyla "Türkiye-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti- Fenerbahçe-Arsenal" bayrakları vardı...

O bayrakların sahibi Orhan Bey'in oğlu Ahmet Londra'da yaşar.

Londra'ya yolunuz düşerse ve bir London Cab'e binerseniz dikkatlice sağa sola bakının.


Bir tanesinde bir Fenerbahçe logosu göreceksiniz.
İşte o taksi Ahmet'e aittir.

Merak edip "Neden burada bir Fenerbahçe logosu var ?" diye sorarsanız Ahmet büyük ihtimalle, o sakin İngiliz görüntüsü,muzip suratı ve mükemmel aksanı ile "This is the greatest football club in Turkey. Besides the founder of Turkish Republic Mustafa Kemal is also a fan of Fenerbahçe" (Bu Türkiye'nin en büyük futbol kulübüdür .Bunun yanında Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal de Fenerbahçe taraftarıdır) diyecek ,sizin şaşkın bakışlarınızı yakalayınca Türk olduğunu söyleyecektir...

Ahmet ve neredeyse tüm ailesi çok sıkı Arsenal ve Fenerbahçe taraftarıdır.
Arsenal'in sezonluk kartı ile yıllardır maç kaçırmazlar...
Fenerbahçe'nin maçlarını da televizyon başında hiç kaçırmadan takip ederler.

Arsenal stadına KKTC bayrağını asıp küçük çaplı bir diplomatik krize yol açan birisi vardı.Hatta adada yaşayan Yunanlılar çılgına dönmüştü hatırladınız mı ?
http://www.ligtv.com.tr/haber/arsenaldan-rumlara-tokat

İşte orada adı geçen Mete, Ahmet'in kuzenidir.
Stadyuma inatla KKTC bayrağı asanlardan biri de Ahmet !

* * *

1979 yılında Fenerbahçe Arsenal ile eşleşir.
Ahmet stadın önünde beklemektedir.

O anı kendi ağzından dinleyelim:

1979-80 sezonundaki Avrupa kupa galipler kupasında ilk raunda Londra'da Arsenal ile karsılaştı Fener. Dört gözle Fenerin otobüsünü bekledik, ve o an geldi, otobüsten ilk inen Kaptan Cemil Turan!! İlkin ben dedim 'Hoş geldiniz Cemil abi' bana 'Hoş bulduk, hangi kapıdan girilir?' Sordu. 'Önünüzdekinden girilir' dedim.  stada ilk ben karşıladım takımı!!! Ne güzel günler 

Fenerbahçe'nin yolu adaya her düştüğünde Ahmet de oradadır.
Bir maç kaçırır,1996'da M.United-Fenerbahçe 0-1 !

Ahmet'in,Fenerbahçe'nin adadaki ilk golünü görmesi için 2004'ü beklemesi gerekecektir.
O maçın devre arasında Türkiye'den gelen arkadaşlarına içecek bir şeyler alırken gecikir, Fenerbahçe golü atar,Ahmet kaçırır.

O gece Fenerbahçe Manchester'dan ağır bir mağlubiyet ile dönerken Ahmet "en azından 2.golü gördüm" diye mutlu olan tek kişidir..."Hayatımda ilk kez Fenerimin bir golünü statta izledim" der.

Bir sene sonra hayatında ilk defa Kadıköy'de Fenerbahçe'yi izleyecektir.
Gündüz Akmerkez Fenerium'a gider ne varsa alır.
Türkiye'de yaşayan kuzeni ve onun arkadaşları ile buluşma vaktinden saatler önce Kadıköy'e vapurla geçer.
Vapurda Londra'daki dostlarını arar "bilin bakalım ben nereye gidiyorum ?" der...
Maçtan önce Maraton Fenerium'a girip ne varsa alır.
İngiltere'deki çocuklarına,dostlarına herkese en az bir hediye...

Ve ilk defa Şükrü Saracoğlu stadına girer.
Yine Londra'daki Kıbrıs'daki dostlarını akrabalarını arar ,kıskandırır.

Ahmet 'in ilk maçında Fenerbahçe sezonun en iyi oyunlarından birisini oynar ve Ankaragücü'nü 5-0 yener.

Maçtan bir gün sonra yine Fenerium'a uğrar.

* * *
Fenerbahçe bir defa daha adaya gider...
Türkiye'deki kuzeni ve  arkadaşlarını Chelsea maçı için Londra'ya geldiklerinde onları ağırlar.

Soldan sağa Ahmet(r.carlos) -Kuzeninin Arkadaşı-Kuzeni (zico)
Maçtan bir gün sonra eşinin yaptığı nefis yemekleri yerlerken en çok üzüldüğü Arsenal maçı olarak Danimarka'daki o maçı söyler...Ona ne şüphe...

* * *
Ahmet'in hayalleri arasında Kadıköy'de bir derbi izlemek vardır.
Tarihi ayarlamak,işi gücü bırakmak zordur.
Derbiye bilet bulmak daha da zordur ama tesadüf ya ,o sene o tarihlerde Türkiye'de olacaktır.
Kuzeninin arkadaşını arar.

"Bilirim bilet bulmak zordur. Olur da bulursan kaç paraysa alırım. 55 yaşında ilk Galata maçım olacak.Olmazsa canın sağolsun"

Kısmet, o arkadaş ameliyat olmuştur maça gidemeyecektir.
Onun kartını almak ve geçmiş olsun demek için evine uğrar.

İngiltere'den olağanüstü bir hediye getirmiştir.
EBAY'de bulduğu paha biçilmez bir belge



-Umarım beğenmişsindir. Ebay'de görünce aklıma sen geldin ,hemen aldım.
-Olağanüstü ,tam evin duvarına asmalık.Teşekkür ederim kardeşim.

* * *
O derbi'de hem de Kadıköy'de Fenerbahçe 1-0 yenik duruma düşer.
"Bugün Ahmet için kazanmak zorundalar" diye düşünür kartını veren arkadaşı...
İlk maçlar çok önemlidir.
Zaten Fenerbahçe de Kadıköy'de kaybetmeyi sevmez.
Fenerbahçe 2 gol bulup kazanır...
...
...
Fenerbahçe-Arsenal maçı en çok Ahmet ve ailesine zor.
Fenerbahçe daha önce Arsenal ile 2 defa eşleştiğinde ailede kim kimi tuttu biliyorum.

Sonuç Ahmet'in ve Serap'ın gönlüne göre olsun...

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Boş Kaleye Penaltı Olur Mu ? Olabilir

Aşağıdaki hikaye Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinin en ilginç maçlarından biridir.
Hatta dünya futbol tarihinde de eşi yoktur diyebiliriz.

Bugün ile benzerlikler var mıdır yok mudur diye yazmayalım, okuyanların yorumuna kalsın.

**

15 Ağustos 1924 Taksim Stadı

Fenerbahçe-Galatasaray İstanbul liginde oynuyorlar.
Galatasaray daha şanlı çünkü Fenerbahçe 7 futbolcusunu Olimpiyatlar için milli takıma göndermiş.

Maçın son dakikaları oynanırken Fenerbahçe bir gol buluyor, skor 2-2 oluyor .
Maç bu skorla biterse 30 dakika uzayacak ancak bu son dakika golü sonrasında ortalık karışıyor.

Galatasaraylı iki futbolcu Muslih ve Edip Fenerbahçe kalecisi Şekip'e sataşıyorlar.
Şekip Bey'den bir Osmanlı tokadı geliyor ,Muslih bey yerde...
Halk sahaya hücum ediyor.

Hakem Haçopulo  tokat anında diğer sahada olduğu için olayı görememiş .Bitime 30 saniye kalmış olmasına rağmen çareyi son düdüğü çalıp soyunma odasına kaçmakta buluyor.Maçın uzatma dakikaları oynanamıyor...

Maçtan sonra futbol heyeti toplanıyor.
Uzun bir toplantı oluyor
Karar dünya futbol tarihine geçecek nitelikte:

"Şekip Bey'in oyundan atılması gerekir ve ayrıca tokadı da penaltıyı gerektirir .Maç 30 saniye için tekrar oynanacak ve maç hakem atışı ile değil Galatasaray'ın penaltısı ile başlayacak"

Aslında hakemin bu yönde verdiği bir karar yok.
Kararı veren futbol heyeti.
Hakem böyle bir karar vermediğini söylese de dinleyen yok.

Fenerbahçe adına toplantıya katılan Nasuhi Baydar "Böyle saçma sapan şey olmaz,yarım dakikalık maç mı olur ?" diye öfkelenip toplantıyı terk ediyor.

Nur İçinde Yatsın

Fenerbahçe'nin maçtan  itirazları da sonuç vermiyor...

19 Ağustos 1924-Taksim Stadı

Maçın son 30 saniyesi oynanacak.
Taksim Stadında gelmiş rekor seyirci var, 2000 kişi.
Evet,Taksim Stadı bugünkü Gezi Parkı'nın olduğu yerde...

Hakem Haçopulo ve Galatasaraylı futbolcular sahaya çıkıyorlar.
Ama bir gariplik var:  Fenerbahçeli futbolcular yoklar !

Hakem ve ardındaki 11 Galatasaraylı futbolcu 4 gün önceki Fenerbahçe kalesinin önüne gidiyorlar.
Seyirciler maçın hakem atışı ile başlayıp 30 saniye oynanacağını ve bu sürede gol olmazsa ardından 30 dakikalık uzatmanın geleceğini sanıyorlar.

Hakem topu penaltı noktasına koyuyor ve penaltı atışının boş kaleye kullanılmasını istiyor.
Tribünlerdeki şaşkınlık yerine  protestolara bırakıyor.

Bir anda şiddetli alkışlar ile 7 Fenerbahçeli futbolcu  Cafer, Kadri, Ragıp, Bedri, Ömer, Alaeddin ve Sabih ağır ağır sahaya çıkıyorlar.

Ancak kale sahasına gitmeyen Fenerbahçeli futbolcular " biz bu oyunda yokuz" dercesine oyun alanının bir köşesinde duruyorlar.

Hakem ,seyirciler ve Galatasaraylı futbolcular şaşkın.

Haçopulo ısrarla penaltının kullanılmasını istiyor.

Galatasaraylı Mithat topun başına geçip boş kaleye penaltıyı kullanıyor ve gol.

Fenerbahçeli futbolcular tebessümle boş kaleye atılan golü alkışlıyorlar.

Maç 3-2 bitiyor.

Halk isyan edip sahaya iniyor, parasını geri almak için gişelere hücum edenler var.
Hakem stadın bodrum katına gizlenip ancak gece yarısı çıkabiliyor.
Saha içindeki itfaiye araçları halkı tazyikli su sıkarak uzaklaştırmaya çalışıyor.

***

O sezon İstanbul ligini finalde Galatasaray'ı yenen Beşiktaş kazanıyor...

Fenerbahçe bir sonraki sezon İstanbul ligine katılmama ve milli takımlara oyuncu göndermeme kararı alıyor. Fenerbahçe'nin katılmadığı sezonu Galatasaray kazanıyor.

Hakem Haçopulo Yunanistan'a göç ediyor.

Rüştü Dağlaroğlu'nun Fenerbahçe Tarihi kitabındaki bu maç için yazısı şu çok çok anlamlı paragraf ile başlıyor:


1924 yılı şampiyonasının aşağıda görülecek safahatı burada nakledilirken güdülen gaye yalnız İstanbul futbol birinciliklerinin bir faslını hikaye etmek değildir.Fakat aynı zamanda ve bilhassa,çok sevilen Fenerbahçe'nin gıpta veya hasetten doğacak bu kabil suikastlara her zaman hedef olması ihtimalinin mevcudiyeti karşısında, müstakbel idareceleri uyanık ve tedbirli bulunmağa davettir. Fenerbahçe kulübü hiç bir davasını masa başına nakle mahal bırakmamalı,işini kuvvet ve azimle sahada halletmelidir.


17 Temmuz 2013 Çarşamba

Sahaya yansımayan kısmın aktörleri


Fenerbahçe'den Kuyt,Volkan ve Emre konuştular.

Kuyt cezaya şaşkınlığını,ülke dayanışması olmamasının garipliğini  dile getirirken Volkan ve Emre 2010-11 şampiyonluğunun tertemiz olduğunu söylediler...

Futbolcular konuşsun ! 

**

Yanlış soruları sorup doğru cevaplar alamayız.
Soruları yanlış kişilere sorup doğru cevaplar beklemek de hata.

Sözde şike davası için sahadaki asıl aktörler konuşmalı .
Yaşayanlar ,hissedenler onlar.

Örnekle gidelim mi ?

UEFA'nın iddiası 2010-11 sezonundaki Gençlerbirliği-Fenerbahçe maçının şikeli olduğu yönünde.

Bu şikeli(!) maçta 2-0 öne geçen Fenerbahçe karşısında Gençlerbirliği 2-2'yi yakalamış ve devre böyle bitmiş.İkinci yarıda Fenerbahçe 2 gol bulup 2-4 kazanmış.

Fenerbahçeli futbolcular tertemiz maç diyorlar.

Yüreği yeten bir televizyon kanalı varsa o maçta oynayan Gençlerbirliği futbolcularına mikrofon uzatsın.
Çok zor değil.

"Bu maçta para transferi falan bulunamadı ama bu maç şikeli deniyor. Hissettiniz mi bir şeyler ?" diye sorsun.

O dönemdeki antrenör Alman Ralf Zumdick'e sorsun.
Maçın hakemi Özgür Yankaya'ya sorsun.
Gözlemci Necdet Erdilek'e sorsun.
Temsilciler Ayhan Kabakçı,Fahreddin Selçuk,Bayram Koman'a sorsun.

Birisi de çıksın "evet ya, şöyle bir pozisyon oldu, oradaki hata pek hata gibi değildi ,benim midem bulanmıştı " desin. Belki Fenerbahçeliler körleşti göremiyorlar ,onlar yol göstersin.

Hukuk diploması arkasına saklanmış ,amigo "spor hukukçularını" ( bu spor hukukçusu unvanı da uydurulmuş bir kavramdır) , hizmet amaçlı yorumcuları ,siyasi yazarları , sözde aydın (b)ilgisizleri ,jurnalci profesyonelleri yeterince dinledik. 

"efendim teşebbüse teşebbüs bile şikedir" sözlerini de sayelerinde ezberledik..

Futbolsever olarak asıl aktörleri ,futbolcuları dinleyelim.



Temmuz 2011'de bir tek Rıza Çalımbay çıkıp "şike falan yok" dedi ama istenen sözler olmadığı için gündeme gelemedi...

Kaleci Korcan Çelikay'a mahkemede sorulan "elin topa gitmiyor gibi mi ?", Mehmet Yıldız'a "niye iyi vuramadın?" sorularına kızmıştık ancak mahkeme dışında da "şaibeli" olduğu iddia edilen maçlar için oyunculara bu tip sorular sorulabilmeliydi...

"Maç sattığı" iddia edilen takımlardaki futbolcular çıksın konuşsun.
"Temiziz ne şikesi" veya "evet çok net manipülasyon vardı" desinler.

UEFA'nın zırt maddesi ,TFF yönetmeliğinin şu hükmü , Özel Yetkili Mahkemenin delili hepsini dinledik.

Bir defa da soyunma odasından çıkıp,tünelden geçip, çime basan ve o maçları oynayanlar insanlar konuşsun.(zorunlu parantez: ilk günden bunu isteyen Kocaman adama da selam olsun) 

Büyük yalanlar kategorisinde üst sıralarda kendine haklı bir yer bulan ve bir tür algı zehri olan "Şike var ama sahaya yansımamış"  sözünü de ezberletilenler arasına aldık ve bu söz aslında "maçlar temiz ama biz bunu dile getiremiyoruz" diyor.

Maçlar temiz değil mi ? 
Hangi futbolcu,teknik adam,hakem diyorsa buyursun lütfen açıklasın.

Emre şöyle diyor "Bu suç sadece bize,Fenerbahçe'ye atılıyor ya, bu aslında en çok bize karşı oynayan rakip takım ve oyuncularına saygısızlık" diyor... 

Haksız diyebilen var mı ?

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Bafa Gölü Yolunda İncir Satan Çocuk

Milas'dan arabayla çıktınız, Söke'ye doğru gidiyorsunuz.
Tünelden geçtiniz.
Az sonra rampaları çıkacaksınız ve karşınıza Bafa Gölü gelecek.

O rampaların üstünde sağlı sollu incir satan tezgahlar vardır..


Hangisinde duracağınızı bulmak zor.
Önünde en çok araba duranda mı ,park etmesi en kolay olanda mı ,en büyük olanında mı ?
Bazen kararsızlık içinde farkında olmadan son tezgahı geçebilirsiniz...

Bir tezgah size kolaylık olsun diye düşünmüş olmalı, pırıl pırıl sarı-lacivert bir şemsiye koymuş.
Önünde duruyorsunuz.
( O gün fotoğrafı çekmedim diye üzülmüştüm, sağ olsun @kinyas1907 göndermiş )

Sıra sıra incir dolu sepetler tezgaha dizilmiş yanında küçük bir masa ve sandalye.
11-12 yaşlarında yanık tenli bir çocuk size "günaydın abi" diyor.
Üstünde bir tshirt, kapri bir eşofman ve kahverengi terlik.

"Günaydın delikanlı" dedikten sonra  çokça eşinizin söylediği ve sizin "kim malına kötü der" diye güldüğünüz cümlelerden biri ağzınızdan çıkıveriyor

"İncirler güzel mi ?"

11-12 yaşındaki esmer delikanlı hemen bir incir alıp size ikram ediyor.

"Kaça incirler ? "
"Abi bu büyük sepetler 20,küçükler 12,5 lira"
"Ver bakalım şu sepetten bir tane...Demek Fenerbahçelisin ?"
"Yok abi patron Fenerbahçeli ben Galatasaraylıyım"

Hap kadar incir tezgahında patron-işçi ikilisine mi şaşırsam ,Sarı Lacivert şemsiyenin altındaki Galatasaraylı esmer delikanlıya mı diyorsunuz ve o onda gözünüze bir şey takılıyor...Minik masanın üstündeki kalem kutusu ve defter...

Otomobille yanından son sürat geçen yaşıtları I-Pad'de oyun oynarken esmer delikanlı ders çalışıyor veya kim bilir belki de bir şeyler yazıyor.

Minik incir sepetini arabaya getiriyor.
"Bagaja koymayın devrilir" diyerek arka koltuğun önüne dikkatlice yerleştiriyor.

Aslında delikanlıya "Ah güzel kardeşim,benim ve Fenerbahçelilerin seninle ,senin gibi milyonlarca Galatasaraylılar ile hiç sorunu yok ama ben sana nasıl anlatayım son 2 yılda yaşananları,sizin kulübü yönetenleri ? Belki çoğunun adını bile duymamışsındır. Bir tanesi lacivert takım elbisesi ile şu tepelerin ardından fırlayıp gelse ,"hah işte biz bu delikanlının mutluluğu için takımın önünü açtık, siz ceza alın diye elimizden geleni yapmamızın nedenini de budur" dese ona bile "sebep bu incir tezgahındaki çocuksa hadi affedeyim" deriz.Ancak tezgah dediğin hep ahşaplar çakılarak yapılmıyor,ben sana bir anlatayım"  diye konuşabilirsiniz ama susmayı bilmek gerek.O çocuğu asla kırmamak gerek...

"İyi yolculuklar abi"
"Sağol aslan cimbom ,derslere iyi çalış, patrona da selam söyle,şemsiyesi çok güzel"
"Bizim patron var ya, hasta Fenerlidir abi ,söylerim"



Sonra yolda araba kullanırken düşünüyorsunuz.
Uzun yolda araba kullanmak bazen terapi gibi gelir.(Haziran 2013)

7 Temmuz 2013 Pazar

3 Temmuz bir bahis operasyonu olabilir mi ?

2010-11 Fenerbahçe-Gaziantepsor maçı
Selim Ferit Yıldız  (@fireofOctopus ) twitter üzerinden ilginç bilgiler paylaşıyor.
Özellikle televizyon programlarının kayıtları üzerinden yaptığı yorumlar ,saptadığı bilgiler kayda değer.Selim Fırat Yıldız bir mahlas ,yani gerçek bir isim değil. Çok Fenerbahçeli onun kim olduğu olabileceği yönünde fikirler yürütüyorlar. Ben yazdıklarına odaklandığım için yazıştığımız süre içinde kimliğini merak etsem de sormadım...
Uzun bir süredir 3 temmuz darbesinin yurt dışı bağlantılı bir bahis organizasyonu tarafından düzenlendiği/şekillendirildiği şeklinde görüşlerini paylaşıyor. 
Ne kadar doğru ne kadar yanlış bilemiyorum ama iddiaları okumakta yarar var. Okurken aklımızdaki bazı sorulara yanıtlar bulabiliyoruz ama tabii yeni sorular da ortaya çıkıyor...
Aşağıdaki tüm görüşler Selim Fırat Yıldız'a aittir . Sadece okumayı kolaylaştırıcı ufak düzletmeler yaptım .
Hikaye 2012'nin yaz aylarında bitiyor ama tahminen devamı da gelecektir...

“3 Temmuz”un bir operasyon olduğuna inanıyoruz. 2 yıl boyunca da müteaddit defalar şu soruya yanıt aradık. “Operasyonu kim; neden yaptı?
“3 Temmuz Operasyonu”nun “FAİLLERİ” konusunda pek çok “şüpheli” keşfettik. Hiçbir “şüpheli” bana, yüzde 100 “işte fail bu” dedirtmedi.
3 Temmuz öncesi olaylar, operasyon günleri ve yargı sürecindeki izlenimlerimi İtalya ve Yunanistan’dan edindiğim verilerle birleştirdim
3 Temmuz sürecinde rol alan aktörleri illiyet bağlarıyla birlikte düşündüğümde şu sonuca vardım. Herkesi birleştiren bir bağ olmalı.
Farklı bir bakış açısı sunmak istiyorum. O nedenle bir tartışma açmak istedim. Sosyal medya bunun için var. Fikirlerimizi ortaya koymalıyız.
Çıkış noktası şu soru: Hiç aklınıza takıldı mı? Bugüne kadar hiç şüphelenilmeyen ve ismi geçmeyen bir yapı ile karşı karşıya olabilir miyiz?
Yanılıyor olabilirim. Yararlandığım verileri yayınlanmak suretiyle aleniyet kazanmış kaynaklardan sağladım.
Bu bir teorik tartışmadır. Belki de tartışma neticesinde yersiz bir şüpheye kapıldığım ortak görüş belirecektir.
Şu muhakkak ki, tanımlamalardan kolaylıkla teşhis edilebilecek kişi ve kurumlara suç atfetmek için yargı süreci gerekiyor.
12numara.org’un “3 Temmuz sürecinin TBMM tarafından araştırılması” önerisinden sonra ben de cesaretle bir katkıda bulunmak istedim
Daha öncesinde Başkan Aziz Yıldırım’ın “Platini’ye baskı varmış” dedikten sonra bir an duraksamasından sonra umutlanmıştım
Ancak yaşanan ve yaşatılanlar ve yaşatılacağına dair “medya yoluyla” tehdit içerikli mesajlar gönderilen Başkan Yıldırım sustu. Kolay değil.
Aslında anlayanlar için “tam teşekküllü” mesajlar verdi. Anladığım kadarıyla mesajlar yerine ulaştı.
Başkan Aziz Yıldırım’ın “Herkes bir yere yatmış”, “Ezbere konuşmadım. Ne söylediğimi biliyorum farkındayım.” sözleri dikkat çekti
Başkan Yıldırım ’ın “Türk sporunu fırsatçılar, işbirlikçiler değil Türkiye Cumhuriyeti hükumeti yönetir” sözleri de yerini buldu sanırım
Ancak Başkan Yıldırım şimdilik diyerek sustu. O’nun, yutkunması bizim de susacağımız anlamını taşımıyor. Bilgilerimizi birleştirmeliyiz…
3 Temmuz operasyonun arkasında tüm aktörleri kazan kazan prensibiyle birleştiren bir “organizatör” olduğunu düşünüyorum.
Sık sık yazdığım bu düşüncemi zaman içinde müşahhas hale getirdim. “Organizatör” çalışma şemasını gözümde canlandırarak “ahtapot”a benzettim.
Şu fikir bende net olarak oluştu. “ahtapot”un yurt içinde “yardım ve destek” aldığı kurumlar, kişiler var. “YATAKLIK” eden rakipler var.
Verilere bakıldığında şu açıkça görülüyor ki “organizatör ahtapot” merkezi yurt dışında bulunan bir ticari organizasyonun temsilcisi.
UEFA’ya dahi etki edebilecek, kökü yurt dışında olan ülkemizde temsilcileri aracılığıyla faaliyet gösteren “ahtapot” bahis firmalarıdır
3 Temmuz’un gerçek organizatörlerinin “bahis tekelleri” olup olmadığı TBMM tarafından mutlaka araştırılmalıdır.
Uluslararası bahis lobisi faaliyete başlamadan önce mutlaka yurt içinden destek almıştır. Destekçiler bugüne kadar şüphelenilenler olabilir
Mutlaka bazı sorular ortaya atılacaktır. Neden bahis firmalarından şüpheleniyorum? Onlar neden Türkiye 'yi hedef alsın?
En önemlisi de bahis firmaları neden Fenerbahçe’yi hedef alsın? Bundan ne kazançları olabilir? UEFA’ya nasıl etki edebilirler?
Tartışmayı sağlam zemine oturtmak için alt metin hazırladım. “Organizatör” ile dahili işbirlikçilerinin konumunu anlamamıza yardım edecektir
Fenerbahçe taraftarları, bu metindeki bilgileri analiz edip zihinlerini işgal eden sorulara yanıt bulabilirler. Somut verilerle…
Tüm renkdaşlarımızı “mevcut şüphelilerin yanı sıra” bu organizatörün eylemleri konusunda düşünmeye davet ediyorum.
Türkiye, yaklaşık 10 yıldır bahis sistemine entegre olmaya çalışan bir ülke. Bahis sistemini devlete (Spor Toto) işletiyor.
Spor Toto çatısı altında 9 yılda yaklaşık 20 katrilyon ciro yapan sisteme oran belirleme ve risk yönetimi desteğini vs alt yapı desteğini İnteltek veriyor
Yunan İntralot ve Mehmet Emin Karamehmet İnteltek’te ortaklar. İhaleyi 2008 yılında 10 yıllığına “TEKEL” olmak kaydıyla kazandılar.
İhaleyi, toplam cirodan kendisine en az pay almayı taahhüt eden firma kazandı.
İlk turdaki teklifler:
Doğan Holding, yüzde 6.1
İnteltek İnternet Teknoloji Yatırım ve Danışmanlık yüzde 11.3
Lotos İç ve Dış Ticaret Yatçılık Turizm yüzde 10
Meteksan (Bilkent) zarfı boş çıktı
İkinci turdaki teklifler
Doğan Grubu: 2.1
İnteltek : Yüzde 1.4
Lotus : Yüzde 3.8
Doğan Yayın Holding ihaleye İtalyan Lottomatica-Snai SPA ile konsorsiyum yaparak katıldı
Esas Holding (Emine Kamışlı-Ali Sabancı) Lotos adlı firmalarıyla İngiliz bahis devi Ladbrokes ile ortaklık yaptı
17 Nisan 2004’ten sonra hizmet veren Çukurova grubuna (Mehmet Emin Karamehmet) İnteltek ihaleyi kazandı ancak ciddi bir kayba da uğradı.
Hasılattan yüzde 12-10 en son 7 pay alırken oran bir anda yüzde 1.4‘e düştü. Bu durum “İnteltek‘in bahislerde katılımcıya sunduğu kazanç oranlarını biraz daha düşürmesi” anlamına geliyordu.
İhale öncesi oranların geçerli olması halinde İddaa‘nın 3 milyar YTL‘lik cirosundan İnteltek 219 milyon YTL brüt kazanç elde edecekti.
Ancak yüzde 1.4‘lük orana göre kazancı bir anda 42 milyon YTL‘ye gerileyen İnteltek‘in bu gelir kaybını bahislerdeki riskini azaltarak ve oranları düşürerek dengelemesi gerekecekti
İnteltek’in bir başka çıkış noktası ise cironun artması, vergilerin düşürülmesi, elektronik ödeme sistemine izin verilmesiydi.
Doğan Grubunun ihaleye ilgisi Mehmet Emin Karamehmet ve ortaklarını zor duruma düşürdü. Karamehmet ihaleyi almak için agresif bir indirim yaptı.
Karamehmet’in cirodan alınan pay yüzdesinin düşmesi çeşitli arayışları da beraberinde getirdi. En kesin çözüm ciro artışıydı.
Uluslararası bahis firmaları Türkiye’ye yatırım için pek istekli değildi. Türkiye’nin 10 yılda tam performans göstereceği öngörülüyordu
2004-2008 yılları arasında 6.7 milyar TL gelir elde edebilen Spor Toto (iddia) sonraki 4 yılda 18 milyar TL ciroya ulaştı. Operasyon sonrasındaki yıl ise bir önceki yıla göre %30 ciro artışı sağladılar
Spor Toto’ya bağlı “iddia” markasıyla açılan batilerin sayısı ihale döneminde 2.400 civarındayken bu rakamın 4.000’i bulduğu biliniyor
Kayıtlara göre ihale döneminde (2008) ortalama 2 milyon kişinin bayilerden 500 bin kişinin elektronik bayilerden bahis yapıyor. Kişi sayısı üretilen kolon sayısına oranlanarak tahmini rakamdır.
2013 yılına gelindiğinde hem mahalle arasındaki bayilerden hem de elektronik bayilerden bahis yapan kişi sayısının arttığı biliniyor.
Spor Toto’nun (İddia) elektornik bayilerinin dev kuruluşlar olması, tanıtım yatırımı yapması bunda etkili oldu. En az 1.000.000 kişinin internet üzerinden üye olup bahis yaptığı tahmin ediliyor.
nesine
Doğan Holding (Aydın Doğan) nesine.com
tuttur
Saran Holding (Sadettin Saran) tuttur.com
bilyoner
Karamehmet (Demir) İntralot-Hitay bilyoner.com
misli
Maraton Şans Oyunları (Karamehmet-Şansal Büyüka) misli.com
oley
Doğuş Holding-(Ferit Şahenk) oley.com
Birebin_kucuk2
Oğuz Çalışkan (Eski futbolcu olduğu söyleniyor) adına birebin.com
2009 yılı sonundan itibaren iki büyük ihaleye ilişkin söylentiler yayıldı. Biri zaten biliniyordu. MPİ
Milli Piyango İdaresi 2003 yılından bu yana özelleştirilmeye çalışılıyordu. 2009’daki ihaleye 1.6 milyar USD açılış teklifi gelmiş açık artırmada fiyat yükseltilmeyince iptal olmuştu.
Şans oyunlarının lisans verilmesi suretiyle özelleştirilmesine ilişkin ilk ihale, 7 Mayıs 2009′da yapıldı DAF (Doğuş Holding, Alarko Holding, Fina Holding), Yunan OPAP ve Turkcell dahil olmuştu.
İlk ihalenin başarısız olmasına yol açan yasal prosedürler tamamlanmış ve Ağustos 2010’da Resmi Gazete’de ilan edilmişti. Artık şartname aşamasına gelinmişti.
Lisans devrinden beklenen gelir 10 milyar dolar olarak zikrediliyordu. Medya da MPİ ihalesine talip yerli yabancı firmaların ismi yer aldı
İşte Milli Piyango ile ilgilenen gruplar: Koç Holding, Sabancı Holding, Doğan Holding, Doğuş Holding, FİBA, Alarko, Camelot (İngiltere), Cirsa (İspanya), Essnet-Tattersall‘s (İsveç-Avustralya), Gtech Lottomatica (İtalya-ABD) Intralot (Yunanistan), Opap (Yunanistan), Pan Malassian (Malezya), Scientific Games (ABD) ve Sisal (İtalya).
Milli Piyango kadar ilgi gören bir başka devlet kuruluşu Spor Toto’nun özelleştilmesiydi. Ancak Spor Toto’nun 2009 yılı Nisan ayı itibarıyla performansı çok parlak değildi.
2012 yılı sonunda ortaya çıktı ki Spor Toto’nun lisans devrinden 10 milyar dolar lisans devir geliri elde etmeyi planlıyormuş.
VE BU RAKAMLARI DEFATEN VERECEK YERLİ FİRMA BULMAK KOLAY DEĞİLDİ. ANCAK ULUSLARARASI DENEYİME SAHİP FİRMALAR YERLİ ORTAKLA BU RAKAMLARA ÇIKABİLİRDİ.
O dönemde öncelikli sorun lisans devri de değildi zaten. Türk bahis severlerin neredeyse %90’ı yabancı liglere itibar ediyordu. Türkiye’de üzerine en fazla bahis yapılan takım ise Fenerbahçe’ydi.
Fenerbahçe’nin gerek yurt içindeki gerekse de yurt dışındaki oyuncular tarafından tercih edilmesinin sebebi olarak şu anlatılıyordu.
Değişik spor branşlarında faaliyet göstermesi, son 10 yılda sürekli zirve mücadelesi vermesi, ünlü futbolcuları transfer etmesi. Özetle dünya kulübü sloganı tahmin edilemeyen bir yan etki yapacaktı.
Spor Toto yönetiminin İddaa’dan kulüplere dağıtılacak hasılatın yüzde 10′u yerine, oynanma oranının yüzde 10′unun verilmesinin planladığı duyuldu. Bu uygulamanın kaçınılmaz sonucu ise profesyonel futbol liglerinde yer alan 150 futbol kulübünün gelirlerinde yüzde 90’a varacak oranlarda maddi kaybın yaşanacak olmasıydı…
Çok detaya girmeyeceğim. Ama merak edenler durumu kavramak için okuyabilirler. Futbol kulüplerine aktarılan toplam tutar 554 milyon TL civarındaydı (2009 Nisan) Kulüplere dağıtılan toplam tutar, cironun yüzde dokuzu civarındayken, vergiler düşüldüğünde, kulüplere aktarılan tutarlar, toplam İddaa cirosunun yüzde yedisine karşılık geliyordu. Mevcut sisteme göre İddaa kuponunda yer alan tüm kulüplere, oynanıp oynanmadığına bakılmaksızın yüzde dokuz dolayında bir ödeme yapılıyor. Üzerinde çalışılan yeni dağıtım sisteminde ise kuponda yer alan kulüplere eğer bahis oynanmışsa, oynanan bahsin yüzde 10’unun ödenmesi planlanıyordu.
Bugüne kadar epeyce tartışılan ve değişen bu oran belirleme sistemi kulüplerin başında “demoklesin kılıcı” gibiydi.
Karşı karşıya kalınan manzara şuydu. 10 milyar dolar özelleştirme geliri beklenen Spor Toto yabancı yatırımcının pek ilgisini çekmiyordu.
Neden uluslararası bahis firmalarının ilgisi az dendiğinde “ortamın uygun olmadığı” söyleniyordu. Özellikle “şike nedeniyle güven” duyulmadığı dile getiriliyordu.
Oysa 2008 yılının sonundan itibaren uluslararası bahis firmaları hukuki tehdit altında sorun yaşamaya başladı. AB’nin bastırmasıyla pek çok kez soruşturmaya uğradılar. Cezalandırıldılar. Yeni kurallar getirildi
Bahis tekelleri ile çok uluslu firmalarının tekelleşmesi sorunu içinden çıkılmaz hal aldı. Yasal sınırlardaki komisyonlarıyla yetinmeyip gelir artırıcı eylemlere başvurduğu iddiası yoğundu.
‘Rantın ne kadarını paylaşmazsak kardır’ın peşinde olmakla suçlanan bahis tekellerinin çok uluslu şirketlerle mücadele yöntemleri ülkesine göre değişiyor. O ülkedeki hukuka müdahale ihtimalleri, halk bilinci ve insan haklarına verilen önem bu süreçte belirleyici değişkenler olarak sıralanıyor. Elbette yurt dışındaki bahis sisteminin çeşitliliğini unutmamak lazım. Türkiye’de oldukça sınırlı.
Bu aşamada Türkiye cazibesini artırsa da ciddi çekinceler vardı. Merkezi Cebelitarık’ta bulunan çok tanınmış bir bahis firması oldukça ilgiliydi.
İtalya merkezli bir bahis firması ile İngiltere’nin köklü firmalarından biri de ilgiyle gelişmeleri takip ediyordu. Yurt içinden birlikte çalışabilecekleri güçlü kurumlarla zaten ilişki halindeydiler.
ONLARI HEYECANLANDIRAN EK BİLGİ ŞUYDU:”MEVCUT İKTİDARIN TEVECCÜHÜNÜ KAZANMIŞ FİRMALAR DOĞAL OLARAK BAHİS KUMAR GİBİ KONULARDA FAALİYETTEN GERİ DURUYOR. BU ALAN TAMAMEN AÇIK.”
Uluslararası bahis firmaları için Spor Toto’nun 10 milyar dolar civarında telaffuz edilen lisans devir rakamına ulaşması için yapılması gereken çok iş vardı.
Bu noktadan sonra yazacaklarım bahis firmalarının genel çalışma prensiplerine bakarak yaptığım yorumlar olacak. Mutlaka ekleme düzeltme olacaktır.
Öyle sanıyorum ki, bahis firmaları Türkiye’ye girmeden önce “dikensiz gül bahçesi” arzu ettiler. Onlara göre Türkiye ligleri kirliydi.
Arındırılmış” bir ortamın nasıl sağlanabileceği tartışıldı. Çünkü “tam kontrol” olmazsa olmaz kurallardan biriydi.
Vergi oranlarının düşürülmesi, elektronik bahis ve ödeme sistemlerinin kullanılması için izin verilmesi de talepler arasındaydı.
Ancak hükumet özellikle kredi kartıyla oyuna izin vermeme konusunda kesin kararlıydı. Spor Toto Teşkilat Başkanı bunu açık dille ifade ediyordu.
Uluslararası bahis firmaları adına hem Spor Toto hem MPİ ihalesini izleyen profesyoneller “yapılması gerekenler” konusunda oldukça tecrübeliydi.
Görünen o ki “öncelikle bir yasal düzenleme” ihtiyacına dikkat çektiler. Türkiye ligleri pazarlanabilir, güven duyulan bir lig görüntüsüne kavuşmalıydı.
Bazı takımlarla ilgili o denli ağır iddialar ortaya atılmıştı ki Dünyaya “temiz” mesajı vermenin tek yolu vardı. BÜYÜK BİR OPERASYON
Çok büyük bir güç gösterisi yapmak lazım” dendi muhtemelen. “Yasal her türlü düzenleme yapılacaktır” teminatı verildi.
O arada, bence, hesaplanamayan bir şey oldu. Yasal düzenleme konusunda danışmanlık yapan yabancı firma temsilcileriyle resmi görevlilerin itimat ettiği kişiler arasında ülkü birliği husule geldi.
O samimiyetten istifade eden bahis firması temsilcileri (3’lü konsorsiyum) planlarını rahatça yürürlüğe koydular. Gerçek niyetleri anlaşıldığında ise iş işten geçmişti. Ve “köprüden önceki son çıkış” kaçırılmıştı. Karar verici konumundaki kişiler itimat ettikleri kişilerce yanlış bilgilendirilmişti.
Planlama yapılırken “Operasyon için iki seçenek masadaydı. Bütün kulüplere işlem yapmak. Veya en büyüğünü dize getirmek. Onlarca kulüple uğraşmaktansa bir tanesiyle” mantıklı seçimdi.
İnancım o ki; Fenerbahçe 2011 yılının ilk aylarında BU MANTIKLA “kadraja girdi”….
BU DÖNEMDE “EN BÜYÜĞÜNE İBRETLİK CEZA VERELİM, DİĞERLERİ HAKKINDA TOPLANAN VERİLERİ İSE ONLARI KONTROL ETMEK İÇİN KULLANALIM” GİBİ PARLAK FİKİRLER ORTAYA ATILMIŞ OLABİLİR..
Tartışmalar sürerken daha acil konu da unutulmadı. Yasal düzenleme konusunda ivme yakalanması gerekiyordu.
Aranan fırsat GS’ın Telekom Arena açılışında siyasi liderlerin ıslıklanmasıyla yakalandı. Bir taşla iki hatta üç kuş vurulmuş oldu.
Islıklanma olayı hem yasanın çıkış sürecini hızlandırmış, hem yaptırımları misliyle artırmış hem de Ünal Aysal’a başkanlık yolunu açmıştı.
Yasal düzenlemenin işlerlik kazanması için dayanak olması gerekiyordu. Emniyet birimlerinin rutin faaliyetlerinden elde ettiği veriler yasaya göre istenen forma sokulabilirdi.
Elbette kişiler arasındaki konuşmaları bilemeyiz. Ancak “Neden Fenerbahçe ? ” sorusunun yanıtını varsayımsal olarak şöyle formüle edebiliriz.
Acaba şöyle mi dendi “Bizim şu mesajı vermemiz lazım: Artık Türkiye ligine bahis yapabilirsiniz. Çünkü Türkiye bağırsaklarını temizledi”
Eğer bu mesaj verilirse Türkiye bahis sistemi cazibesini artıracaktır. 10 milyar dolar değil iki katı değere de yükselebilir.” Bunun çok ikna edici olduğu açık
Muhtemelen konuşma şöyle devam etti “Fenerbahçe en iyi seçenek. Bu yasal düzenlemeye göre azimle takip edilmesi halinde aleyhinde güçlü veya zayıf kanıt bulunamayacak takım yoktur.
Eğer Fenerbahçe cezalandırılırsa diğer takımlar koşulsuz teslim olur. Muhtelif taleplere hiçbiri direnemez.
Fenerbahçe’nin cezalandırılması diğer ülkelerdeki takımlar açısından da mesaj olur. Özellikle bahis firmalarının denetimindeki uluslararası çatı kuruluşlar bu etkiyi artıracaktır.
Yoğun çalışmaya rağmen umulan kadar kanıt bulunamadı. Ancak beklenecek zaman da yoktu. Organizasyonu yapanlar şu öneride bulundu
Eldeki verilerle de işi bitirebiliriz. Ancak çok iyi bir projeye ihtiyacımız var. Kamuoyu çok iyi hazırlanmalı ve süratle operasyon tamamlanmalı
Kamuoyu desteği için projeye medyanın ve insan gücü bakımından Fenerbahçe’nin rakibi takımların desteğini almak gerekti.
Onlarla yapılan görüşmede ortaya şu çıktı. “Aziz Yıldırım tam bir bela. O orada oldukça operasyon tam anlamıyla başarılı olamaz.
Bahis firması temsilcileri için “uyumlu” çalışmayacak herkes risk demekti. Türkiye’den işbirliği yapacakları kişi ve kurumlara anlatmadıkları hedefleri vardı.
Onlar Türkiye’yi “yeni oyun alanı” olarak görüyordu. Maçları istedikleri gibi yönlendirmeyi umuyorlardı. Bu nedenle çok etkin kontrole ihtiyaçları vardı.
Etkin kontrolün ilk koşulu TFF’nu ele geçirmekti. Daha doğrusu MHK onların güvenilir elemanlarının kontrolünde olmalıydı.
Çünkü maçları kontrol etmenin en kısa ve en düşük riskli yolu hakemleri denetim altında tutmak/yönlendirmektir.
Fenerbahçe’nin köklü bir kulüp olması, taraftar sayısı göz önüne alınarak çok büyük bir medya desteği sağlandı. Ve bunun için büyük bütçelere ihtiyaç duyuldu
Öyle sanıyorum ki, siyasi iradeden alınan destekle operasyon normal bir süreç izledi. Bir noktadan sonra ise belki de seçim meşguliyetinden faydalanılarak bazı müdahaleler oldu.
Bence ilk etapta şu planlandı. En azından dahil olan ve onay verenler şöyle biliyordu.
Operasyon büyük bir gürültü koparacaktı. Bazı gözaltılar, tutuklamalar olacak, “herkes gereken dersi aldıktan sonra” 3-4 ay içinde rutin bir seyir izleyecekti.
Operasyon başladıktan sonra Aziz Yıldırım’ın görevi bırakacağı, bazı isimlerin tasfiye edileceği, yeni uyumlu isimlerin sahneye çıkışı planlanmıştı.
Bazı planlar anlaşılmaz şekilde gerçekleştirilemedi. Ters gitti. Planlanandan farklı yöne kaymasının nedeni sanıyorum ki şuydu:
1- “Dokunulmazlara dokunma” meraklısı bir grup 3-4 ayda konunun kapanmasına karşı çıktı. Bu nedenle normalden çok fazla soruşturmadan sızıntılar yaşandı. “Eldeki veriler zorlanarak ve formu değiştirilerek kanundaki şekle uydurularak suçlama yapıldığı” söylendiyse de fayda etmedi.
2- Fenerbahçe’nin zayıflamasından ve futbol sahnesinden birkaç yıl çekilmesinden menfaati olan rakip takım yöneticileri denetimden çıktı. Onlar “Bu koşullarda daha azıyla neden yetinelim. Fenerbahçe’ye 5-10 yıl kendisini toparlayamayacağı darbe vurabiliriz” dendi sanırım
3- Planı bozanlara; şahsi beklentileri ve gelecek planları doğrultusuyla fırsat bu fırsat “Aziz Yıldırımdan kurtulma” hevesine giren bazı kişiler de eklendi. Operasyonun etkisi artsın diye servis edilen bazı belgeler umulmadık bir komplikasyona yol açtı
4-Organizatör ve ekibi belki bu sorunu çözebilirdi. Fakat öyle bir gelişme yaşandı ki geri dönüş şansı kalmadı. Fenerbahçe taraftarının ikna olmaması, yürüyüş yapması camiayı birbirine bağladı. Çıkış yapmak için işaret bekleyenler geri çekildi.
3 Temmuz Operasyonu bambaşka bir seyir izlemeye başladı. Geri dönüşü olmayan bir yola girildi. Açgözlülük yapanlar planlanandan farklı bir yol izlenmesini zorunlu kıldı.
Operasyona izin veren ve denetleyen makamlarda, şüpheler oluştu. Ancak kamuoyunda o denli farklı bir beklenti yaratılmıştı ki durmak imkansızdı.
Fenerbahçe’nin zayıflamasını arzu eden rakip takımların yöneticileri medyadaki bağlantılarını devreye sokarak operasyonu farklı boyutlara taşıdı. Ateşe sürekli odun taşıdı.
UEFA devreye girdi. Organizatör UEFA’dan bir yaptırım gelmesini doğru bulmuyordu. Yaratılan kargaşada olanlar oldu.
Menfaatdarlar iş birliği yaparak UEFA’yı koz olarak kullandılar. Organizatörü de tehdit ettiler. Engel olması halinde operasyonun tehlikeye gireceğini söylediler.
Bu sırada siyasi otorite de kendisine pek çok konuda “tahrif edilmiş bilgi” sunulduğunu öğrendi. Ancak yapabilecek bir şey yoktu.
Operasyon normal akışında ilerlemesi zorunluluğu doğdu. Pardon bir yanlışlık oldu denme şansı yoktu. Aksi halde bütün fatura siyasi otoriteye çıkacaktı.
Organizatör, Türkiye’de birlikte ticaret yapmayı planladıkları 2 “icra kurulu” üyesi ile menfaatdarlar, tedarikçiler (bilgi, belge, medya desteği) oluşan bir yapı kurdu.
Temmuz 2012’ye kadar sadece “operasyondaki açıkların ortaya çıkmaması” için mücadele ettiler.
Çünkü bu gerçeğin ortaya çıkması yapılan yatırımın heba olması anlamına gelecekti.
Bu nedenle özellikle kamuoyunu yönlendirme ve kontrol bakımından sert önlemler geliştirdiler.
Bu arada fırsatçılık yaparak planı bozanlardan tek tek kurtulmaya başladılar. Geri dönüş şansı kalmadığından operasyonu bir şekilde sonlandırma yolunu seçtiler.

Ağustos 2012’de operasyon yeni bir safhaya girdi. Aslında bu süreç Ağustos 2011’de başlayacaktı. Ancak “zamanımız yok diyerek acele eden ve kısa sürede sonuç alma sevdasına kapılan”lar “kuşatma”yı bozmuştu. Temmuz 2012’de yeni kuşatma planı yapıldı. Ve uygulamaya kondu…