30 Eylül 2011 Cuma

Omuzlara Tüneyenler..

Değerli arkadaşım Ersin Akköse'nin (Mr.Big)  yıllar öncesinden o muhteşem yazısı.

Bizleri omuzlarında taşıyanlara saygıyla,sevgiyle ,rahmetle...


Mahallede 2 taş arasından top geçirmecenin adı futboldu benim için...

Kocaman toz-toprak içerisinde bir o yana bir bu yana deliler gibi koşar Abdullah amcanın tulumbasından su çeker kana kana içerdik...

Yorulmazdıkta vesselam...

Biraz soluklandığımızda maça devam....

Bayrağına maçlar yapılırdı abiler tarafından,maçı kazanan bayrağı kapardı....

Oturur aşşağı mahalleyi yenmesini beklerdik ağabeylerin.....

Bu top denen merete bebekken tutulmuşum....

Ne kadar zırlarsam zırlayayım kucağıma verildiğinde anında kesermişim sesimi,bizimkilerde kolayını bulmuş ağzımı açtığımda yetiştirirlermiş hemen......

Önceleri maça gitmek düğüne dernege gitmek gibiydi,çok özel günlerdi...

Bayram namazına kalkar gibi olmasada erkenden çıkılırdı evden....

Üsküdar meydana geldiğimizde babam ve mahalle arkadaşları eski Hacıbaba Restorantta şef olan İsmet amcam ve 2 tane dolmuşçu arkadaşıyla buluşurlar (isimleri hatırımda değil ama kulakları çınlasın) Fenerbahçelilerin kafalarında bezden şimdikilere göre dandik sayılacak bez yada kartondan şapkaları ve çizgili sol üst köşesinde Türk bayragı süslü Sarı-Lacivert bayraklarıyla bekleştiği motorlara doluşurduk....

İlk formamı amcam getirmişti hiç unutmam....

Üzerimde sarı-lacivert formanın verdiği sevimlilikle gelen giden hangi takımı tutuyorsun söyle bakim,formanda numarada yok sen kimsin söyle bakim,kalecimiz kim söyle bakim diyerek soru bombardımanına maruz kalırdım.

Aileden gelen bir gelenek bizimkisi....Onun büyüğüde Fenerbahçeli,babamın ufağıda....

İnönü stadına yakın yere gelindiğinde motorla stadın etrafındaki duman ve köfte kokusu heryeri kaplamış olurdu....

O zamanın şartlarında saatlerce kuyruklarda beklenir,kapıların açılması öğleden sonraları bulur,güneşin altında eski maç muhabbetleri döner dururdu....

Muhakkak ama muhakkak sıraya yakın olanlardan birisi:

- Abi yanında çocuk var sen buraya gel.. der sıranın başına alıverirdi bizi...

İçeri girildikten sonra babamın ``Oğlum dur`` demelerine aldırmadan hadi hadi diyerek koştururdum, sahayı ve gerçekten taş olmayan kaleleri görebilmek için....

Benim 2 kafam büyüklüğünde kağıttan şapka kafama otutturulur ve elime eskilerin ``Ah Ulan`` diyeceği ortasında 20 gram peynir olan pide ve ayran tutuşturulup maç saatini beklemem istenirdi...

Büyük bekleyiş sonunda kızılca kıyamet kopar ve takım sahaya ısınmak için çıkardı ve ben ya babamın yada amcamın omuzuna tüneyiverirdim......

--Cemil hangisiydi ?

--Şu oğlum ...

--Hangisi yaaa ?

--Oğlum orda bak bizi alkışlayan.....

Ve maç başlar ben babamın yada amcamın omuzunda sorgu sual etmeye devam ederdim....

--Alparslan hangisiydi amca?

--Golü Cemil attı değil mi?
...........
Bir çocuğu maçta yanında bulundurmak Dünyanın en büyük keyiflerinden birisiymiş....

Onun elinden tutmak,onun yiyeceğini almak,onu hacete götürmek,gol olduğunda yüzündeki o gülümsemeyi görmek.....

Bunu yeğenimi ilk maça götürdüğümde ve omuzumda taşıdığımda anladım....

Yarın stadda eminim ki benim gibi,yeğenim gibi,senin gibi babasının,dayısının,amcas ının omuzunda tüneyenler olacaktır....

Ne olur futbolcu kardeşlerim , minicik yürekleri Fenerbahçe sevgisiyle dolu bu çocukları yarın o staddan boynu bükük,mutsuz göndermeyin....

İyi başlayın,allah güç kuvvet versin sonuda iyi olsun.....

Yarın o stadda sizi omuzlara tüneyen onlarca çocuk seyredecek.....

Bu başlangıç onların olsun.....

Saygılarımla.........

(Mr.Big) Ersin Akköse

2013 notu: Evladıma Miras Bu Sevda Kitabında ilk gidilen maçlar bölümüne bu adı verdik ve bu yazıyla başladı .

23 Eylül 2011 Cuma

Peki ben ne yapabilirim ?

7 yaz önceydi...Bir grup Fenerbahçeli arkadaş şampiyon bitirdiğimiz sezonun sonunda yaz tatili dönüşü toplandık,güldük yedik içtik...Sonra klasik "ben şu anda yönetici olsam" veya "ben başkanın yerinde olsam" ile başlayan cümleler kurduk...Transfer politikası,Fenerbahçelilik, formaya yıldız takmama , kulübü halka açma vs anlattıkça anlattık...İyi fikirlerde çıkmıştır...

Çok sevdiğimiz bir abimiz bu "ben olsaydım şöyle yapardım" sözlerine karşı çıktı.Fenerbahçe'ye hizmet için yönetici,başkan,kongre üyesi olmaya gerek olmadığını söyleyip "mesela benim elimden gelen bir karikatür çizmektir, ben de onu çizerim" dedi.

Düşündüm haklıydı...
Bu arada o çizmeye devam ediyor :-)

3 Temmuz'dan sonra kesinlikle haklı olduğunu biliyordum.
Elimizden ne gelirse diyorduk...Neredeysek ve elimizden ne gelirse.

Tereciye tere satmak niyetinde değilim,bu yazıyı okuyan çoğunluk da (hepsi değil) Fenerbahçeli.
Bireysel olarak ne fedakarlıklar yapıldığını biliyorlar...

İstanbul dışında yaşayan yıllardır görmediğimiz dostlarımız arayıp "ben ne yapabilirim ?" dedikten sonra , iş yerinde ,tatilde ,kahvede ,komşuda ,aile içinde Fenerbahçe'yi nasıl savunduklarını söz getirtmediklerini de anlatmayı ihmal etmiyorlardı...

Fenerbahçe bu işten 0 ceza ile çıkacak diyordum,diyorduk...

Ancak CL'ne kazananın değil,seçilenin gideceği haberi hepimize net bir gol oldu...0-1
...
...
Manisa maçına gidenler içinde , çamaşır asarken mandalları sarı-lacivert seçen,okula gönderdiği kızına fenerium beresini takan ,işyerinde "sen ne anlarsın futboldan " bakışlarına gülüp cevap vermeyen , eşi maç seyrederken bulaşık yıkayan ama ara sıra salona gelip "kaç kaç" diyen ,kanaryasına bir futbolcumuzun ismini veren  , futbol-basketbol-voleybol ayırmadan maçları kaçırmayan hanımlar olduğu gibi "Fenerbahçe'nin durumu ,3 Temmuz süreci" gibi kavramlara uzak, ilgisiz hanımlar da olabilir...Hatta gelenler içinde, slogan olarak hiç sevemediğim "Bir gün herkes Fenerbahçeli Olacak" sözünü doğrularcasına  başka takımları tutanlar da olabilir...


Oraya gelenlerin ezici çoğunluğu bizim abimizin dediği gibi "peki ben ne yapabilirim ?" diye kendine sormuş ve cevabını  maça giderek vermiştir desek hatalı olmaz...

Okulda,iş yerinde, vapurda , yolculukta, kongrede , maçlarda ,kulislerde ,internette ,gazetelerde ,komşu sohbetlerinde hepimizin kız erkek "elinden gelenler" var...

0-1 oldu demiştik ya ,belki 0-2 de olur.
ama maç 4-2 biter...

20 Eylül 2011 Salı

Baltayı Taşa Vurmak

"Fener ile Kimse Başa Çıkamaz" tezahüratta kalan bir söz değil...

                                


7'den 77'ye,erkeğinden kadınına...

#dahayenibasliyor diyerek tüm belden aşağı gayretlere gelişine voleyle  meydan okuyan...

"Yıkılmayan Son Kale..." diye bağırarak ,bölünmeyen tam tersi safları sıklaştıran...
..
..
Baltayı taşa vurdunuz,kabul etmek gerek !

16 Eylül 2011 Cuma

Suyun öte yakasından bir hikaye

Dün Gevrim'in Üsküp hikayesini  bloga yazdık
Suyun diğer yakasından bir hikaye de benden...

2004
Kızımızın doğmasına az kalmış.

Bakıcı adayları var.

Hanım tek tek görüşüyor,referanslarına bakıyor,referanslarını arıyor,"ben evde yokken acil bir durum olsa ilk yapacağınız 3 şey nedir-çocuğun ateşi aniden yükselirse ne yaparsınız (ilaç veririm diyen eleniyor,doğru cevap sizi ararım olacakmış..)" gibi sorularla kadınları terletiyor...

Bir gün Bulgaristan Türk'ü,  kırmızı yanaklı ,50 li yaşlarda bir teyze geldi.
Hanım tüm soruları sordu.
Sonra Oğuz Çetin'in kafasına vuran Fatih Hoca şeklinde bana dönüp "sen de soru sor!" dedi.
Hanım her şeyi sormuş zaten ne sorayım.

Şaka değil, sohbet açayım diye "Hangi takımı tutuyorsunuz ? "dedim...
Hanımın o andaki bakışı bana şu fotoğrafı hatırlattı :


Teyze durdu ve şöyle dedi :

"Ben takımdan toptan anlamam...Benim Rahmetli babam ve dedem Türkçe'ye çok önem verirlerdi.Bizi Türk gibi büyütmek için çok uğraştılar.O zamanlar yasak Türkçe,Türkiye bile dedin mi Bulgar bozuluyor,sana vatan haini diye bakıyor... ama akşamları dedem hepimize Türkçe kitaplar okurdu,sonra da bize okuturdu.Türkçe kitap sokmak da yasak...Babam ve Dedem İstanbul'a kaçak olarak gitmişlerdi .Rahmetli babam ben istedim diye koynuna saklayıp bana iki kitap getirmişti biri Tuna Nehri Hikayesi diğeri ....  Sonra Ziya Gökalp'ın kitaplarını getirtmişti bir komşumuz...Babamlar bir de Atatürk'ün resmini getirmişti,yasak ama duvarımıza astık...Dedemler Sultanahmet Camii'sinde namaz kılmışlar,bize caminin kartpostalını getirdiler...Ben de ,benim çocuklarımda Türk gibi büyüdük,Türkçe'yi hiç unutmadık...Neyse uzatmayım ,hem dedem hem babam Fenerbahçeliydi...Atatürk'ün takımı derlerdi...Ben de anlamam toptan ama Fenerbahçe'liyim"

Teyze sözlerini bitirdi,sohbet açayım demişim ama gözler doldu ve koşarak mutfağa gittim
Hanım yanıma geldi "ne diyorsun ?" diye sordu.
Benim insanları bir bakışta ,iki sözde tanıdığıma inanır...
Hemen alalım bu kadını dedim,aldık...

Aradan 2-3 hafta geçti bir telefon geldi..."Hastamız var ,3 günlüğüne memlekete gidiyorum,hemen dönerim" dedi,dönmedi...
Ondan sonra bir çok bakıcı çalıştı,çoğunun akrabası hastalandı,dönemediler...

Sebile Hanım'dan bu hikaye de bize kaldı !

Meraklısına not: Diyecekseniz, "yahu kadın sizin evde görmüştür bir poster,bayrak .Onun için böyle bir hikaye anlatmıştır".Belki de ama hikaye güzeldi...

15 Eylül 2011 Perşembe

Bir Gün Kala :Üsküp'ten İstanbul'a 75 Yıllık bir hikaye

Aşağıdaki hikaye gerçektir,yazarı da bir dostum.
Yıllar önce fenerlist'e yazmıştı bu hikayeyi.
Müsadesini istedim, Todori'de lakerda  ve bir ufağın yarısına anlaştık...
***
1930 ların ortaları

Yer Üsküp, Makedonya.

Beş yaşlarında sarı saçlı küçük bir çocuk babasının eline yapışmış koşa koşa bir yere doğru gidiyorlar..Çocuk o günü hayal meyal hatırlıyor.Babasının yüzünü de puslar içerisinde......

Babası diyor ki;Bizimkiler geldi,top oynayacaklar seni oraya götürüyorum.Çocuk bizimkilerin kim olduğunu anlayamıyor, soruyor....

Kim bizimkiler baba....

Mustafa Kemal'in topçuları oğlum...diyor baba…Çocuk bu ismi duymuş ama kimdir bilmiyor..

Tek bildiği çok yakında bütün aile Türkiye’ye göç edecek.Ve babası annesine hep aynı şeyi söylüyor...."Tren Edirne'den girer girmez çarşafını pencereden atacağım"

Çünkü bölgedeki Türk nüfusu hala Osmanlı kalıntısı ve Anavatan’da olan biteni hararetle takip etmekte..Ama Müslüman oldukları için hala çarşaf altında..

O gün " Bizim topçuları" seyrediyorlar büyülenmiş bir şekilde.Çocuk o günü kafasına kazıyor.Her saniyesini.

O dönem bölgenin yönetimi Kral Alexander diye bilinen birinde..

Ve babası bazı geceler nerden geldiği belli olmayan bir takım adamlarla dışarı çıkıp bir iki gün sonra dönüyor..Babasını sorduğunda, “işi var gelecek” diyorlar..

Pasaportlar hazırlanıyor, eşyalar toplanıyor, denkler kapıda.Trenle Selanik’e oradan gemiyle İstanbul’a gidilecek.

Babası tekrar bir gece ortadan kayboluyor.Gitmeye bir gece kala..

Ve bir daha hiç dönmüyor.

Cesedini sabah buluyorlar,başından vurulmuş.Tek atlı arabası yol kenarına devrilmiş.Bulan, onu aramaya çıkan babasının en yakın arkadaşlarından biri..

O arkadaşı annesiyle heyecanlı heyecanlı konuşurken hatırlıyor. Sonra da taşıyabildikleri her şeyi telaşla trene yükleyip yola çıkışlarını...

Zaman geçiyor..

Çocuk babasız geçen her günü yudum yudum çekiyor.İçinde hep yeri dolmayan bir baba hasreti..

Babasını özlediğinde ondan tek hatırladığı şeye sığınıyor.

Bizim topçulara..

Çünkü o topçular onun babası ile arasındaki tek hatıra..O gün gördükleri,o renkler.Ve o renkler arasında babasının hayal meyal yüzü..

Aradan yıllar geçiyor.O renkler artık çocuğun babası olmuştur.Baba hasretini Dereağazında tahta perdelere tırmanarak dindirmeye çalışıyor.O zaman tanışıyor o Kanarya sarısı kaleci kazağıyla..O kazağı takip ediyor Dolmabahçe Stadında...

Yıllar sonra bir kızla evleniyor.Hani o babasını sabah bulan en yakın arkadaşın kızıyla..

Bir gün doğduğu yerlere gitmek istiyor.Artık büyümüş kocaman olmuştur.Çocuk sahibidir...

Aile büyüğü diye bildiği herkes önüne yatıyor... “Ne olur gitme seni de öldürürler....”

Anlamıyor, bağırıp çağırıyor..

En yakın arkadaş bakıyor ki olmayacak, alıyor karşısına.

O zaman anlıyor ki ,babası ve o en yakın arkadaş Türkiye’den bazı görevlilerle görüşürmüş.Ve Anavatan’a göç etmek isteyen ama şu veya bu sebeple izin alamayan bazı kişilere yardım etmekteymiş. Kemalciymişler..

O yüzden çarşaflar trenden atılacakmış..

Ama kralın adamları anlamışlar olayı,bir gün kala yok etmişler "çete reisini"...bir gün kala..

Kala kala tek bir hatıra kalmış geride babasından, hala bugün bile 75 yaşında peşinden gözyaşı döktüğü Kemalin topçuları..

Puslar içerisinde hatırladığı babasının yüzünü aydınlatan sarı ve lacivert bir ışık..

O beş yaşındaki çocuk benim babamdır..En yakın arkadaş da dedem, annemin babası..

Fenerbahçe gol attığında, gol yediğinde, maç kazandığında, maç kaybettiğinde içinde herkesin ağladığı tek ev bizim evdir..

Fenerbahçe bizim evde hep "bir gün kala" dır..

Şampiyon olsa ne olur,olmasa ne olur.

Ben Fenerbahçe’yi tartışmam.......tartışamam.

Gevrim

13 Eylül 2011 Salı

Yel değirmenleri ne tarafta ?

"Figüran mıyız sahip miyiz ?" sorusu hatalı.
Neye göre figüran kime göre sahip ?

"Her şey bu kadar basit olamaz..."
İşte , hayal gücünüz fazla mesai yaparak çalışmaya başlıyor.
Böyle olduysa bence şöyledir,şu dendiyse nedeni kesin budur.

Sonra,  hayal gücünüzün ürünlerini paylaşınca " elbette " diyecek dostunuz çok.
Ayrıca teselli ederken söylediklerinize inanan kocaman bir kalbiniz,kalpler var.

"Çok canım sıkkın" sözü ağzınızdan kaçarsa size "hayırdır ne oldu ? " diyecek kişiye bakıp duygularınızı anlayabilecek mi diye tartmak artık çocuk işi...

Ya "yok bir şey ya,öylesine sıkıldı işte" diye beylik bir laf geliyor.
Ya da bir şey söylemenize gerek kalmıyor.


Fenerbahçeli olmak çok zor,kalmak da ...

"Biz bu oyunda yokuz" derken tarafları bile bilemediğiniz duygusuyla mücadele etmek zor.

"Bunlar birer strateji oğlum,kafayı çalıştırın..." sözlerine hak vermek kolay, inanmak zor.

Ve kimseye kızmaya hakkımız da yok !
Çok net biliyorum bekara karı boşamak kolay,taşı elinin altına sokmak zor.

Neyse,uzuyor ve toparlamakta zorlanıyorum ama neyse ki beni anlayan çok kişi var ...

Fenerbahçeli olmak zor ,kalmak da...

5 Eylül 2011 Pazartesi