17 Ekim 2012 Çarşamba

Nitelikli Dolandırıcılık "iddiası"




Sayın Ünal Aysal "Borsa bu, kar ile zarar kardeştir... Yargı yolu herkese açık" diye kendi deyimiyle ateşi üflüyor... Sönüp sönmeyeceğini zaman gösterecek...

Konu karışık gibi gözüküyor ama değil!


2014-2030 arası 17 yıllık  loca ve kombineleri gelirleri için Denizbank değerleme yaptı ve bu değer 442.9 milyon TL idi...

Sonra dernek (GS Spor kulübü), bunları şirkete devretti. 
Bu bedel üzerinden sonra da sermaye artışına vermesi gereken nakdi, "hani senin bana borcun vardi ya, oradan düş" dedi..

Asıl itiraz noktaları, bu hakların zaten Sportif AŞ içerisinde olması gerektiğiydi 
ve ilaveten ilk sermaye artışından önce açıklanan bu devire olmalıydı...


Şimdi gelelim bir "bilen" yorumuna, Kerem Tibuk ( @keremtibuk ) şöyle diyor:

Locaların kimin olması gerektiği olayı aslında bir skandal. Ama derneğin bu 17 yıllık geliri, değerletip, discount ettirip nakit yerine sermaye arttırımında kullanması çok daha büyük skandal. Üstelik bu hareket her şirkete emsal olur ve sonu acayip biter..


Normalde olması gereken şey ne idi ?

Derneğin elinde bir değer var: 17 yıllık loca geliri.

Sermaye arttırımında kendi payına düşen kısım için bu değeri kullanmak istiyor. Denizbank'a 17 yıllık toplam değeri hesaplatıyor, belli fix bir faizden discount edip değeri bugüne indirgiyor. Atıyorum tam hesap değil, 450 milyon TL lik toplam geliri, % 8'den discount yapıp 250 milyon TL olarak sermaye arttırımında kullanıyor.

Bunun aslında bu değeri temlik gösterip kredi almaktan farkı olmaması lazım.

Bu olayın krediden farkı yok zira gelecek geliri discount edip bugüne indirmek aslında bir nevi 17 yıllık sabit ödemeli ve sabit faizli bir kredi vermenin simülasyonu. Bu hesap yapılırken, yani gelecek gelir toplamı bugünkü değere indirgenirken, 17 yıl boyunca sabit ödemeli, yani azalan bakiyeli kredi ve bu tarz bir krediye yapılan faiz hesabı kullanılıyor.  Yani banka, "sana 250 milyon TL kredi versem, sen bu krediyi sabit taksitlerle 17 senede ödersen toplamda 450 milyon TL ödemiş olursun" diyor bir anlamda.  Mortgage kredisi alan veya niyetlenip bu hesaplara giren herkes biraz anlar bundan...

Peki değerlemeler ve discount oranı doğru olsa bile bu olay kredi alınıp yapılsaydı, yani GS derneği bu geliri temlik edip yapması gerektiği gibi nakit kullansaydı ne olur?

Birincisi, GS derneğinin borcu artmış olurdu, ve ödenene kadar yani 17 yıl boyunca bu borç derneğin defterlerinde dururdu. Şu durumda böyle bir kredi verilmiş olmasına rağmen kaydı yok zira krediyi aslında küçük yatırımcı verdi.

İkincisi bu kredinin riski, derneğin (ve de elbette veren bankanın) üzerinde kalmış olurdu. Localar tahmin edilen geliri getirmese, bu derneğin (ve tabi ki bankanın) sorunu olur dernek bir şekilde ödemeyi yapmak zorunda olurdu. Şu anda bu risk tamamıyla A.Ş. üzerinde ve nakit olarak sermaye arttırımına katılmış küçük yatırımcı da bu riski paylaşıyor, boşu boşuna...

Üçüncüsü, bu olay olması gerektiği gibi kredi kullanarak olsaydı, kıyas kredinin 17 senelik sabit faizli bir kredi olması gerekirdi. Çünkü şu anda yapılan 17 senelik gelirin sabit bir faiz ile discount edilmesi. Bu piyasada 17 senelik sabit faizle borçlanabilen hiçbir şirket yok, sadece 2-3 devlet var.

  
Yani aslında bu "üç kağıda" izin verilmeseydi, GS derneği o loca gelirlerini kullanarak normal piyasa şartlarında borçlanmak zorunda kalacak bu da şu anda yapılanın aksine finansman maliyetinin artmasına neden olacaktı. 

Şu anda şirkete giren sermaye 500 milyon TL nakit olması gerekirken, bu yöntem yüzünden discount edilmiş değer olarak 250 milyon TL loca geliri 250 milyon TL nakit. İlerde faizler artarsa ve olacak olan o artışın bedelini tüm şirketin yani aslında sermaye arttırımına nakit olarak katılmış küçük yatırımcının üstüne binecek.

Ne farkı var?  Bir avantaj kullanmış diyebilirsiniz ama bu olayın iki bacağı var.

Birincisi nakit koymak yerine, 17 senelik geliri discount edip devretmek A.Ş.'nin diğer ortaklarına finansman yükü bindiriyor ve bu olay sermaye arttırımında payların dağılımında hiç kaale bile alınmıyor. Sonuçta şirkete giren nakit sadece küçük yatırımcının koyduğu nakit. Loca gelirleri, aynen 17 senelik gelir olarak giriyor şirkete ve bu gelirler ister istemez yine nakit ihtiyacı için kullanılacak.  Şirket devraldığı bu locaları temlik edip kredi kullanacak.  Ve bu kredinin maliyetini zaten sermaye arttırımında üstüne düşeni yapıp nakit ile katılmış olan küçük yatırımcı da ödeyecek. 

İkincisi daha genel bir şey ve emsal olmasıyla teamüle dönmesiyle alakalı.  Bir sürü şirketin varlığa dayalı tonla gelecek geliri var.  Ama bu gelirleri kullanarak finansman bulabilmek o günün şartlarına ve şirketin kredibilitesine  bağlı. Diğer taraftan bu GS 'nin yaptığı yöntemde bu şartlar yok. Sanki sonsuz bir kredi var. Diyelim bir şirketin 10 katlı bir plazası var.  Bu şirketin sermaye arttırımı yapıp piyasadan para çekmesi için mülkü satmadan bu potansiyel kira gelirini discount ettirmesi yetecek. Yani şirket kredi piyasalarına hiç girmeden, kredi piyasalarının en iyi şartı ile gelecekte o gelir riskini şirkete aktarıp, bir de üzerine şirkete küçük yatırımcıdan para çekebilecek.  Bu durumun yaygın uygulanması durumunda ortada gerçek A.Ş. falan kalmaz.

Aslında bu yaşananların nasıl bir skandal olduğunu anlayabilmek için, sermaye arttırımının yine yapıldığını ve küçük yatırımcının hiç bir şekilde buna katılmadığını varsaymak yeter.  

Ne olurdu öyle bir durumda?

Derneğin payı artardı!  

Aslında hemen önceki yüksek fiyattan büyük oranda hisse satışını düşününce bu da sorunlu ama onu geçelim şimdilik.

Şirkete hiçbir nakit girmiş olmazdı doğal olarak, ve nakit ihtiyacı bu geliri temlik ettirerek çok daha yüksek maliyetli kredi ile karşılanırdı. Elde edilebilecek nakit de o discount hesabına dayanmazdı. Krediyi verecek banka da riski taşımak zorunda olduğundan hem kredi tutarı daha düşük olur hem de faizi daha yüksek olurdu. Üstelik payı arttığı için bu finansal maliyetin büyük bir oranı derneğin sırtına binerdi.

Mesela bu olay yine olacak. Yukarıda dediğim gibi bu devrolunan gelir yine temlik edilip kredi alınacak ama işte bu kredi yükünün bir kısmını her halükarda sırtlanacak olan küçük yatırımcı bir de 150 milyon TL nakit koymuş oldu. 

Tabii Finansal fair play falan da yalan olurdu. 

Bu, her yönüyle "dolandırıcılık" tarihine geçecek bir operasyon.   


İnanılmaz! John Law, Ponzi, Madoff halt etmiş. 

Ve bu kadar gözden uzak olmasını sebeplerinden biri de bu kadar inanılmaz olması zaten.  İnsanların "hadi canım o kadar da değil" diye düşünmesi.

8 Ekim 2012 Pazartesi

Fenerbahçe'yi bırakanlar hep kaybetmiştir-İslam Çupi


11 Haziran 1985 tarihinde İslam Çupi "Fenerbahçe'yi bırakanlar hep kaybetmiştir" başlıklı yazısını yazarken öfkeli olduğunu satırlara bakarak tahmin edebiliyoruz...Yazı için yorum yapmak yersiz...

Futbolcu isimini çıkararak yazının bir bölümü buraya ekleyelim :

xxx bügün milyonların taptığı bir futbolcu olmuşsa,bu oluşta kişisel becerilerinin çok çok dışında ,sırtında taşıdığı Sarı-Lacivertli formaya borçludur.

Bu borcun verdiği ağırlığı taşımak istemeyen, bu taşıma şerefine özveri ile yaklaşmayan, sözleşme bitimlerinde çekilmesi zamansız ve faydasız restlerle Fenerbahçe limanına demirleyen futbolcular,ilahlık mertebesinin kaçıncı katında olurlarsa olsunlar , o limandan daha büyük ve daha kalıcı değillerdir.Deniz ne kadar öfkeli, dalgalar ne kadar öldürücü olurlasa olsunlar;batanlar hep gemilerdir, transatlantiklerdir...Limanlara bir şey olmaz...

7 Ekim 2012 Pazar

BASIN TOPLANTISI

1933'te Goebbles'in propaganda bakanlığına getirilmesinden beri "basın toplantısı" aydınlanmasından (!) uzak duranlardanım. Bu cümleyi görüp hesap yapmaya çalışan abaküs bağımlılarına müjdem var: 1933'ü görmedim. 

Bak ne diyor TDK bilgi için: "İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü"

Benim aklım ermiyor olan bitene; yalan yok ersin de istemiyorum! İlkokuldayken kaybolan kalemtıraşı, paylaşılamayan silgiyi öğretmene şikayet ederdik. Olur da öğretmen dinlerse, kendini anlatmak isteyen "ama o da geçen hafta benim defter kabımı yırttı!.." derdi. Koca koca adamların şikayet ettikleri nesneler değişse de ilkokul çocuğu gibi konuştuklarını duymak istemiyorum...

Bilgi dediğin gerçek olmalı. Ve dahasını da eklemiş sözlük işte; ilkelerin bütünü... Kurgusal ve saptırıcı olmamalı. Bugün herkesin ağzında olan ama sorsan çoğunun anlamını bilmediği "spekülatif" olmamalı yani...

O bunu demiş; falanca bunlar yapıldığı için böyle davranmış...
"Pazartesi basın toplantısı yapacağım"la başlayan "söyle Samet"le" devam eden, "başkanım izin verirse ben de yanında olacağım"la enikonu anlamsızlaşan ilkokul serzenişlerinden bize ne birader! Ne derdiniz varsa kendi aranızda halletseydiniz, halletmelisiniz ve halledeceksiniz!  Sizin kalemtıraş, silgi veya daha önce yırtılmış defter kabınız bizi ilgilendirmiyor ki...

Laf ola beri gele, klişeden laflar ederken sarfettiğiniz ve anlamlı olan tek şey kişilerin geçici, sadece Fenerbahçe'nin kalıcı olduğu... Nokta! O kadar!

Bizden önce de vardı bu kulüp ve biz yokken de var olacak. İlke bütününe bağlı kaldığınız oranda kalıcısınız. Yoksa Goebbels'in propaganda illüzyonundan öte değilsiniz.

3 gün önce Almanlar'a deplasmanda 4 atıp gelmişiz, bugün Beşiktaş'a 3-0 yeter demişiz... Bırakın keyfini sürelim, sahadaki emekçileri omzumuza alalım.

Ve hakikaten bırakın bu basın toplantısı safsatasını... Gözümüzde, gönlümüzde yücelttiğimiz şekilde yaşayın. Ne kadar abarttığımızı farketmemize izin vermeyin...

Giden için de kalan için de geçerli: "Ben var ya ben"le başlayan rüyalardan sıyrılın, bırakın "siz olmasaydınız, biz n'apardık" diye biz rüya görelim...
Gerçekçi olmaya çalışmamız size zarar: Bir bakarsınız hiçbirinize yer yok!    

Bellisan

2 Ekim 2012 Salı

20'den 10'a.. Ondan Bana...

O, sadece beş yaşında... "Kızım ağlamadan konuş" diyorum. Onu üzen, anlayamadığı, ürktüğü ne varsa anlatırken alt dudağı bükülüyor. Hayat ve getirdiği sorunlar onun ömrüyle orantılı algısı için çok büyük.
"Ağlamadan anlat bir tanem, seni sonuna kadar dinliyorum; birlikte çözeriz" deyip, sarılıyorum. Çözüyoruz...

Bense 44 yaşındayım. Aynaya baktığım yok, dudağım ne kadar büküldü bilmiyorum. Bunca yaş, "bu da geçer" demeyi öğretmiş. Kumlar birikmiş kaya olmuş ve kopan kaya kocaman boşluk bırakıyor.

Beni buralara bağlayan nedenlerden biri olduğunu bilmiyordun. Dedemin ruhuna selam olsun, "kapat Leman, kapat... havadan oynuyorlar" derdi. TRT'nin kırk yılda bir canlı verdiği Fenerbahçe maçını "havadan" nedenle seyredemediğim için yanardım. Senin sayende bizim takımda da topun havalanmadan oynanabildiğini öğrendim.

Hani piyasada satılan kitaplar var ya insanlara matematiğin yaşamın içinde olduğunu öğreten, sayfalara ihtiyaç duymadan seyirle denklem çözmenin basitliğini öğrettin. Seni yıllar önce tanısaydım, üniversitede termodinamikten geçebilmek için bu kadar zorlanmazdım. Minimum enerjiyle, maksimum faydayı sende görür, kavrardım. Minimum enerji deyince senin hareketsiz olduğuna kanıt bulduğunu sananlara zaten zerre itibar etmedim. Bilenle, bilmeyen bir mi ki?

Seni bir anı olarak düşünmekten korktum hep... Doyamadım, doyulmazdın... Zaman dursun ve hep var ol istedim... ve gün geldi senin bizdeki varlığın için "di"li geçmiş zaman kullanan yazı yazıyorum.. Hiç bu kadar zorlanmamıştım yazarken. Kelimelerin sözlükle sınırlı anlamı var ve seni kelime kullanıp sınırlamak şu an hissettiklerime ihanet sayılacak!

Bir gün gidecektin ama seni bizden bu şekilde koparanlara da bir çift sözüm var... Bugün söylemek yersiz. Küçük akılların, küçücük çözümleri onları da bir gün tutundukları yerden söküp, alacak... Ve o gün söylemek istiyorum içimdekini... Onların alışık olduğu şekilde değil, tam yüzlerine karşı...

   

1 Ekim 2012 Pazartesi

"Çim, kum, rüzgar kokan sevda"


Şubat 2003
"Lorant gitmeden bu iş çözülmez" sözüne camiadan karşı çıkanlar "hainler,iş bilmezler ve romantikler".

Lorant gitmiş Oğuz Çetin gelmiş ( Fenerbahçe'nin ,son sezon için teknik adam değişikliğidir) .Bizi tanıyan biri ... Lorant'a köşelerinde "bu takım kros yapmıyor,kondisyonu yok" göndermelerine cevaben Oğuz Hoca ilk iş takımı ormana krosa götürmüş...Ortega "sorunu" ,geometrik olarak büyüyor...

Fenerbahçe erteme maçında Kadıköy'de Beşiktaş'a 1-0 yenilmiş.
Şampiyonluk ümitleri daha da azalmış...

Ebru Köksaldı'nın 6 Şubat tarihli yazısı aşağıda:

Çim, kum, rüzgar kokan sevda

Vücudunu rüzgarın şekline sokup ortadan kayarak, topu hükmedercesine bakışlarıyla önüne çeken Kempes’in, inik çoraplı, yumuşak bilekleriyle dansederek tüm konfetileri süpürdüğü anı her seyredişimde, o tribünlerdeki beyazın ve mavinin içinde uçan tutkunlardan biri olduğumu hissettim hep.

Futbollarının saflığını ifade etmek istercesine, uzun saçlarıyla kendilerini saha içinde özgür bırakan, yandan çizgili siyah şortlu ustaları izlemek, güzel futbolun ölmediğini görüp dejenere futbol dünyasında bir huzur vesilesi oluyor. Tıpkı futbol aşkının köklerini sımsıkı içime saplayan Brezilya gibi.

Bu ekolun üstatlarından birinin, ona sahip olamayanların kıskançlığı, onun kendilerini aşmasından korkanların hazımsızlığı ile kaçırılışına şahit olmak bu yüzden müthiş bir hüzün veriyor insana. Onun hatalarını çok iyi bilmeme rağmen.

Ortega diyor ki "Mutluyum." Ama muhabirler ona "Mutsuzum" dedirtmek için ısrarla soruyor, soruyor, soruyor... Zira ona kulak veren yok. Televizyonda yarım saat konuşuyor ve diyor ki "Kimseyle problemim yok. Ülkemi çok özlüyorum ve dil sorunu yüzünden iletişim kuramıyorum. Ukala, saldırgan, kendini üstün gören biri değilim. Kişiliğime uymaz. Dil meselesi yüzünden belki de insanlar öyle olduğumu düşünüyor olabilir. Anlayış bekliyorum."

Ama karşısında futbolu sevmeyip, futbolu yorumlayanların zehirleriyle futboldan soğutulan bir kitle var. Ortega’nın transfer dedikodularının başladığı dönemden itibaren sergilenen manşet oyunları, iyi olan şeylere karşı hortlayan nefretin delilidir. Transfer olabileceğine inanılmadığında büyük yıldız ifadelerinin iş kesinleşince alkoliğe dönüştüğü, anti - Lorant kampanyaları için Ortega’sız 11 olmaz provakasyonlarının Lorant’ın işi bitince 11’de olmasının suç ilan edildiği bir düzmece.

Kötünün verdiği tatminle keyiflenen canavar gibi Türkiye’deki futbol ortamı. Ortega, putlaştırmayı çok seven spor camiasınca tapınaklarının başköşesine oturtulsun diye bir beklenti yok. Kendisinin de umurunda değil. Çünkü o da River Plate’in Kırmızı - Beyazı’nı yüreğine dolamış, Arjantin’i hayatının rengi yapmış, tribünlerle mutlu olan, tüm yalnızlığını sahada unutan gerçek bir taraftar.

Bunu anlamak için gol attığında, attırdığında yüzünü kaplayan çocuksu sevinci defalarca izleyin. Futbolu seven bizlere onu izlemeye doymak, ona da hatalarını onarmak için gereken tek şey huzur ve zaman. Çünkü futbola aşık olan bir ülkeden, futbolu çamura bulamak için çaba sarfeden bir hapishaneye geldi.


Ümit Özat'ın ortasına kafayla "o" maçta attığı gol sonrası
Not: Ebru Köksaldı'nın bu yazısından sonraki hafta, buz gibi soğuk bir havada oynanan Ankaragücü-Fenerbahçe maçında 55.dakikada oyundan çıkan Ortega son defa Fenerbahçe formasını giymiş.