29 Eylül 2012 Cumartesi

FENERBAHÇE'NİN MÜNAZARASI OLMASA OLMAZ MI?

Hala var mı bilmiyorum, benim zamanımda mecbur tutulurduk... Verilen kouyla ilgili 5 dakika derdini anlatır sonra karşı fikri dinlerdin. Ardından başlardın tartışmaya, kendi fikrini savunur karşındakini de çürütürdün. Görev buydu... Sürenin sonunda kimin haklı olduğuna sınıf parmak kaldırır, sahte demokrasiyle oy verirdi ama karar hocanındı... Savunduğun fikre inanıp, inanmaman sual edilmezdi; önemli olan ne kadar inandırıcı ve karşı tarafın fikrini ne oranda çürütebildiğindi... Yanlış bilmiyorsam, münazara ta Antik Yunan'dan kalma bir ekol. Zamanıyla ilgili yanlışım varsa da antika bir ders olması gerektiğinde fikrim sabit.

Münazara etme alışkanlığı insanın genetik yapısında olsa gerek... Yoksa hala üniversitelerde münazara grupları bulunmaz, bu anlamsız tartışma metodu için şampiyonalar düzenleniyor olmazdı.

Seviyoruz münazara yapmayı. Versinler elimize bir konu, sabahtan akşama kadar haklı çıkmak için tartışıp duralım. Yazılar yazalım, kanıtlar sunalım, karşı taraf diye gördüğümüzün ne kadar fikri varsa çürütüp, posasını çıkaralım. 

Dinleyici olmak gibi bir görevim yok ama münazara tarafı olmadığım kesin. Bu kesinlikten yola çıkıp, yorumcu olayım dedim.

Bu kulübün başkanı, yöneticileri tozu dumana katan bir operasyonla "şikeci" diye içeri alınmış. Şampiyonluk kutlamalarının tadı tam damaktayken, birileri çıkıp "hop, sizin şampiyonluğunuz alınacak" diye buyurmuş. Tam silkelenip, "bir dakika arkadaş" derken Avrupalı biraderler "sizi kupa turnuvamıza almayız" demiş. Eldeki, avuçtaki kalbur üstü futbolcular tozu dumanı görüp ya gitmiş, ya da gri bulutların etkisiyle gönderilmiş. Kimseden ses seda çıkmaz, herkes başı kesik tavuk gibi dolanırken takımının hocası yanına kaptanlarını da alarak "biz buradayız ve sonuna kadar da burada olacağız" demiş. Öyle bir sezon geçirmişsin ki, bugün sokakta ara sıra  gördüğün, marifetmiş gibi giyip, dolanılan penye tişörtlerdeki "feda"nın daniskasını yaşamışsın... Ve sana dokunanı yakabileceğini kanıtlamışsın.....

Ya da bize öyle gelmiş... Senin kulübüne resmen yeni bir şekil vermeye çalışan devasa operasyona aklıselimle cevap verirken, kaptanının kıçı kırık bir mesajıyla başlayan kaosa teslim olmuşsun. Bu ne yaman çelişki?

"Tez kellesi vurula!.."
Mutlak bir otorite olmadığı için son sözü söyleyebilenin kimliği belirsiz ama birinin kellesi gitmeli. Böyle bir DNA kodlaması var sanki... Kılıcın ucundaki kelle için de münazara yapılıyor. Aykut Kocamancılar ve Alexçiler iki grup olmuş, verilen sürede fikirlerini anlatmış. Şimdi sıra karşı tarafı çürütmeye gelmiş...

Nasıl bir illetse bu çürütme ihtiyacı, durup düşünmeden, ayağı gazdan kesmeden karşı taraf olduğuna inandığına yüklenmek zorunda hissettiriyor kendini. Oysa bir an durup, olan bitene şu saçma dairenin dışından bakabilse rahatlayacak.     

Takım çok kötü oynuyor. Hatta öyle ki, her maç daha kötüye gidiyor. Bunda teknik adamın dahli çok büyük.
Sadece futbolculuğu için değil yanına koyduğu kişiliğiyle heykeli dikilen adam, hala sosyal medyaya mesaj veriyor. Derdini anlatmanın tek yolu buymuş gibi...
Aslında ne biri, ne diğeri... çünkü hem biri hem de diğeri...

Bize, yani taraftara bakıyorsun; yağmurlu havadan Aykut Kocaman'ı sorumlu tutanından, Recep Niyazi'yi motive etmediği için Alex'e giydirenine kadar rastlıyorsun. Öyle bir münazara ortamı var ki, gören Aykut Kocaman ve Alex'ten önce Fenerbahçeli'nin varolmadığını düşünür. Dahası onlar yoksa Fenerbahçe de yok olur sanki...

Münazara berbat bir alışkanlıktır. İnsana inanmadığını savundurur, taraf olduğu konuda bağnaz yapar. Ve en önemlisi gerçek olandan koparır.
Oturup tartıştığımızın Fenerbahçe olduğunu hatırlarsak 3 Temmuz'un aklıselim olgunluğu gelecek. Sonuçta zarar gören Fenerbahçe ve Fenerbahçe'nin münazara edilemeyeceğini bir hatırlasak...

Nazım Hikmet'ten alıntıyla son bulsun bu yazı.

.......
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!


A.Bellisan
  

28 Eylül 2012 Cuma

21 Yıllık Bir Aykut Kocaman Hikayesi

1991-92 sezonundayız.

Lige Aydınspor yenilgisi ile başlayan Fenerbahçe, Ali Sami Yen'de Galatasaray maçının da dahil olduğu 8 maçlık bir galibiyet serisi ile lige dönmüş...

9. maçta topun çizgiyi geçip geçmediği tartışmaları arasında Beşiktaş ile 2-2 berabere kalmış...

Ertesi hafta moraller bozuk çıkılan Sarıyer maçında 4 gollü mağlubiyet ile de tüm eleştiri okları teknik direktör Venglos'a dönüvermiş!

21 yıl önce de futbol algısı aynı, 2 galibiyet ile sular durulmuş...

Devrenin son iki haftasına giriliyor.

Fenerbahçe sahasında Samsunspor'u zorlanmasına rağmen Aykut Kocaman'ın golleriyle 2-0 yenmiş ve devrenin son maçı için Gaziantep'e gitmiş.

22 Aralık 1991'de yaşanacak bir olayın Türk futbol tarihinde eşi benzeri olmayacağını haliyle kimse bilmiyor...

Gaziantep maçında o "eşi benzeri olmayan" olaya geleceğiz ama o maç öncesi Venglos da çok dertli, ona da bir yer açalım:
Klişenin kralı: "Kadro iyi ama Hoca oyunu okuyamıyor!"
Fenerbahçe maçta bir çok pozisyondan yararlanamıyor.

Tam maç böyle bitecek derken (bu da güzel bir klişedir) hakem Erman Toroğlu bitime 2 dakika kala Fenerbahçe lehine penaltı veriyor...

Kabul, bu da "eşi benzeri olmayan" bir olay ama konumuz o değil.

Penaltı atışı için topun başına Aykut Kocaman geçiyor.

Kalede Fenerbahçe'nin eski ve ileride tekrar kalecisi de olacak Yaşar Duran var.
Unutmadan, Yaşar ülkenin en iyi penaltı kurtaran kalecilerindendir.

Aykut topu kendi soluna, kalecinin sağına vuruyor veee
top direğin dibinden auta gidiyor...

Aykut üzgün, yere çömeliyor... yıkılıyor...

İşte o anda Türk futbolunda "eşi benzeri olmayan - belki de olmayacak" o olay gerçekleşiyor.
Antepli futbolcular, başta kaleci Yaşar, penaltıyı kaçıran Aykut Kocaman'ı teselli ediyorlar.

Maç bitiyor bütün Antep takımı kendilerine gol atamayan Aykut'u teselli etmek peşinde... Aykut'un çevresinde Fenerbahçeli takım arakdaşlarından çok Antepli futbolcular var, onu yerden kaldırıyorlar...

Bence Aykut, Alex'i kıskandığı için penaltıyı bilerek atmadı (şizofrenik cümleler-145)
Kendilerine gol atamadığı için rakip takımca teselli edilen o futbolcuyu 1995-96'da Trabzonspor maçından sonra empati kurarken görmek tesadüf mü? Değil elbette.
..
..
1991'de Fenerbahçe o penaltıyı kaçırınca lider Beşiktaş ile puan farkı 4'e çıkıyor. Hatta penaltının kaçışı İnönü'de kutlanmış:

Fenerbahçe'nin maçının bitmesini beklemek bir gelenek sanki...
Sezonu da Beşiktaş Fenerbahçe'nin 5 puan önünde şampiyon bitiriyor.
..
..

"Futbolda top çizgiyi geçmezse tüm anlatılanlar boşuna" denir.
Doğrudur da...

Sporcu olmak, sevilen olmak, beyefendi olmak, lider olmak, farklı olmak, sahip çıkmak...
O zor işte!

Uzun yıllar hep beraber.

20 Eylül 2012 Perşembe

ÇIPLAK KRAL NİMETTENDİR!

"Sahada basmadık yer bırakmadı!"
Basmakla ilgili basmakalıp bir meziyet...

Düşün ki kalecisin... Nimetten sayılman için ceza sahanda dört dönüp durman yetmeli. Varsın gelen top gol, geçip giden aut olsun. Farketmez, senin meziyetin toprağa basmak. Toprak nimettir.

"Oyunu iki yönlü oynayabiliyor!"
Boşver sen ilkokul hayat bilgisi dersindeki dört yönü!.. Meziyet, akülü çocuk arabası gibi ileri geri gidebilmen... "x" ve "y" koordinatları yeter, işin içine derinlik katan "z" girince basitlik kaybolur. Alığın tanımladığı bir nokta olmak nimetten...

"Sahada gerçek bir görev adamı!"
Robotsun çünkü... Hem de Amiga bilgisayar teknolojisinde kalan cinsten. Statikten dinamiğe geçmen zor iş. Dinamikte değişken çok; sana "Ali top at", "koş Neşe koş" komutları lazım. Kumanda edilebilmek nimetten...

"Gerçek bir nokta santrafor!"
Santra dediğin center, for dediğin forward... Boşver sen gavurun kelime oyununu. Tükürdüğün yer noktan olsun, nöbet tut. Emanet kutsaldır, kutsal olansa nimet...

"Oyunu çok iyi okuyor!"
Kimbilir neler okudun şimdiye kadar? Ali'nin "cin" olanıyla, Zagor'un dostu konyakçı en iyi rehberin olmalı. Repliklerin, bininci bölümünü seyrettiğin dizi karakterlerinden araklama... Aslında yoksun ama varmış gibi davranıyorsun. Okumayı sökmüş olmak nimetten...

Oyunun kuralı basitse oyun da basit olmalı senin için. Dinamikten haberin yok. Damanın kuralı da basit. Bir düşün bakalım iyi dama oynar mısın?

Yaratıcı kişilikten ödün kopuyor. Güç bela hafızana attığın ezberini bozuyor çünkü... Şablonun ta kendisisin. Senin benzerin çoktan üretilmiş. Üretildiğin için tüketilmekten korkuyorsun. Moda da senin kavramın, demode de...

"Futbol, sonuç oyunudur" dersin. İstediğini alan haklıdır senin gözünde. "Meşin yuvarlak" denince, kendince eskitip bir köşeye attığın "demode" tanıma gevrek gevrek gülersin. "Meşin ne demektir?" desem, kimbilir neler gevelersin?
   
Bu yazıya, hepimizden ve oradaki herkesten farklı olan biri saha kenarına doğru gelirken karar verdim. 68.dakikada salt varlığı bile çoğu zaman farklılık yaratan ama bugün özellikle farkını ortaya koyup, dengeyi taraf olduğumdan yana bozan kişi...

Matematik pek sevilmez. Laf kalabalığına mahal bırakmaz çünkü, yalın bir gerçekliği vardır. Yalanı, dolanı ortaya koyar.

Alex de Souza futbolun yaratıcı matematiğidir. O varsa, denklem çözülür; yoksa laf ebeliği orta oyununa soyunur.

Ben Fenerbahçeli'yim. Gerçek neyse onun peşinden giderim. Rengimdeki laciverdin asaleti soyluluktan gelir. Soyluluğun, senin okuduğun Prens Albert hikayesiyle hiç ilgisi yoktur; kanla taşınmaz. Soyluluk, doğruluktur. Doğruluksa, "kral çıplak" diyebilmektir.

"Sen Fenerbahçeli'sin de biz değil miyiz?" diye bana serzenme, otur ve kendin bul ne olduğunu!..

A.Bellisan.

17 Eylül 2012 Pazartesi

Galatasaraylı "küçük yatırımcı" Mehmet Amca'nın İbretlik Öyküsü


Geçen sene Ağustos ayında 250 TL'den  GS hissesi alan Mehmet Amca'nın hikayesi esasında ülkemizdeki küçük yatırımcının hazin hikayesidir...

Mehmet Amca bu hisseler için 25,000 TL ödemiştir.

Mehmet Amca, haklı olarak da 2011-12 sezonunda tuttuğu takımın şampiyonluk hesaplarını yapmaya başlamıştır.

"Şikeci Fenerbahçe" 3 Temmuz'dan sonra kendi problemlerine gömülmüş, Avrupa'daki gururumuz Galatasaray flaş transferler yapmıştır. Kesin olan GS Şampiyonluk yolunda tırmana şeridinde yol alacaktır ve  önü de sonuna kadar açıktır...

Takım şampiyon olunca nasılsa mıillet Şampiyonlar Ligi nedeni ile hisselere yüklenecektir.

Berberi Salih, Kapalıçarşı'daki gümüşçü dostu Yakup, maçlara beraber gittiği komşusu Hikmet... Hepsi aynı fikirdedir. Geriye kalan tek şey Galatasaray A.Ş. hissesi alıp takım şampiyonluğa giderken sezon sonunda hisselerden elde edeceği kar ile sonraki sezonun kombinesini bedavaya getirmek, olursa da üstüne 3-5 kuruş da kar etmektir.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymayacaktır. Zira GS yönetiminin hedefi kulübün borçlarını mucize (!) bir planla azaltmaktır. Mehmet Amca, Yakup, Hikmet ve Salih beylerin durumu gündemde dahi yoktur... Zaten kimse onlara "Gidin hisse alın" dememiştir.
...
...
Galatasaray külübü Ağustos 2011 - Aralık 2011 tarihleri arasında, haftalarca Galatasaray A.Ş. hisselerini satıp halka açıklık oranlarını %15'lerden %45'lere çıkarmıştır.

Bu durum doğal olarak Mehmet Amca'nın hisselerinin değerini düşmesine sebep olsa da kulubün kısa vadede nakit ıhtiyaçlarını ve borçlarını azalttığını düşünmüş, çok da dert etmemiştir. Hatta Hikmet "Sermaye tabana yayılıyor" yorumunu getirmiştir.

Zaten borsadaki diğer hisseler de düşmektedir.

Takım da maşallah iyi gitmektedir. Fatih'in aslanları ligin tozunu atmaktadır... Fenerbahçe'nin küme düşmeyeceği kesin olsa da puanın silineceği aklı başında herkes tarafından kabul edimektedir... Berber Salih'te her daim kızdırdıkları Fenerli dostu Metin hariç! "Nah silerler" demiştir...

Puan silinmesi gecikmiştir ve ballı Fenerbahçe de bir türlü yarıştan kopmamaktadır ama varsın olsun bir yerde kopacaktır...

Aralık ayında Galatasaray uzun zamandan sonra Fenerbahce'yi 3-1 yendikten sonra seri galibiyetlerine başlamıştır. Metroda tıkış tepiş gittikleri derbide stat full çekmiştir... Bu stadın dolu olması gelirlerin artması, gelirlerin artması da hisselerin yükselmesi demektir !

Aralık ayında da hisse senetlerinin kulüpten satışları durmuş, halka açıklık %45 lere oturmuştur.

Mehmet amcamız, bu satışların piyasalardaki en kurt borsacıların bile tahminlerinin ötesindeki bir operasyonun başlangıcı olduğunu nereden bilecektir. Bilemez! Kimse ona kızmasın lütfen!

Galatasaray'ın nakit paraya çok ama çok ihtiyacı vardır ama bu para ne kulüpte, ne de halka açık şirket olan Galatasaray A.Ş.'de mevcuttur. Ama ancak şeytanın düşünebileceği incelikte bir plan yürürlüğe çoktan girmiştir!

Galatasaray bu parayı halka açık olan şirketin hissedarlarından "seve seve" alacaktır!

Günümüze geldiğimizde gördüğümüz ama Mehmet amcanın o tarihlerde haberi bile olmadığı tablo her şeyi anlatmaktadır. Galatasaray A.Ş. son 4 ay içerisinde iki aşamada yapmış olduğu sermaye artışları ile kulübün kasasından bir kuruş çıkmadan küçük yatırımcının cebinden 314 milyon TL 'yü hüüüp diye çekerek kaynak yaratmıştır.

Peki bu mucize (!) nasıl gercekleşmiştir?

Bu operasyonun başarılı olmasının iki önemli adımı olduğunu söyleyelim.

1) Galatasaray AŞ'nin halka açıklık oranının %15'ten %45'lere çıkarılmış olması. Bu sayede sermaye arttırım yükünün yüklenebilecegi taban genisletilmiştir... Eğer Halka açıklık %15'te kalsa idi yaratılan kaynağın sadece 1/3'ü yaratılabilmiş olacaktı!

2) Galatasaray kulübünün A.Ş.'deki sermaye arttırımına katılacak ne parası ne de gücü vardır. Ancak buna bir formül bulunuvermiştir. Devlet tarafından yaptırılıp GS kulübüne verilen Aslantepe Telekom Arena Stadı'nın bir kısmının Galatasaray A.Ş. tarafından 2014-2030 yılları arasında kiralanması sağlanmıştır. Ancak A.Ş.'nin de parasal kaynağı olmadığı için A.Ş. bu kiralama karşılığında kulübe toplam 443 milyon TL tutarında borçlandırılmıştır. Böylelikle yapılan sermaye arttırımlarında, kulübün sermaye arttırımlarına katılımları "nakden" yerine, "alacağının mahsubu" şeklinde gerçekleştirilebilmesinin önü açılmıştır.

Nasıl plan ama?

Alt yapı mı? Hazırdır!

Düğmeye Mayıs ayında basılmıştır.

%9,900'lük akıllara ziyan bir sermaye artışı ile yola çıkılmış ancak gelen tepkiler üzerine (ölümü gösterip sıtmaya razı etmek tam burada nefis kaçar) bedelli sermaye artışı %400'e çekilip sermaye artışından, varolan hissedarlara 1 TL'lik hisse senedi alma hakkını 25 TL primli fiyattan kullandırılmasına karar verilmiştir. Gerçekte bir şey değişmemektedir. Sermaye arttırımına katılacak yatırımcının cebinden hisse başına yine 100 lira çıkacaktır. Böylelikle %45'lik halka açıklık gözönüne alındığında, küçük yatırımcıdan 126 milyon TL para alınıvermiştir. Mehmet amcanın payına buradan düşen de seve seve 10,000 TL'dir.

Kulüp ise para vermek yerine kiralama işlemi ile yarattığı alacağından 153 milyon lira düşerek sermaye arttırımına katılmıştır.

"Mehmet amca bu parayı vermeyebilir miydi?" sorusu akla gelebilir. Elbette ama vermezse hisse miktarı aynı kalırken fiyat bölünmeden ötürü düşeceğinden zararı daha büyük olacaktır. Parayı verirse en azından zararı daha az olacaktır...

Seve seve verilecek bu para için gümüşçü Yakup, berber Salih, komşu Hikmet kafa kafaya verip Hikmet'in bankacı oğluna danışmışlardır. Oğlan "Ah baba ah, ben de Galatasaraylıyım ama şu borsada bulaşılmayacak, güvenilmeyecek 4 kağıttan biridir Galatasaray" demiş ve parayı ödemelerini yoksa yıllarca zararda beklemek zorunda kalacaklarını anlatınca beyler "Aman bari hanımlara söylemeyelim" diyerek bu parayı nasıl denkleştireceklerinin formüllerini düşünmeye başlamışlardır...

Tartışmalar devam ederken asıl vurucu darbe sermaye arttırımının tamamlanmasını üzerinden topu topu iki ay geçmişken alınan yeni sermaye arttırımı kararı ile gelmiştir. Yeni sermaye artışı da %300 olacaktır ve bu sefer 1 TL'lik hisse senedi alma hakkı 10 TL primli olarak kullandırılmasına karar verilmiştir.

Bunun anlamı şudur: küçük yatırımcıdan 188 milyon TL daha nakit olarak Galatasaray AŞ 'ye gitmiş olacak ve GS yine para vermeden, kiralama işlemi ile yarattığı alacağından 230 milyon TL daha düşerek sermaye arttırımına katılacaktır.


Çilek denilen acaba bu mudur ? olabilir !
Mehmet amcanın bu sefer de seve seve vermesi gereken para 15,000 TL olmaktadır.

Toplama bakıldığında her iki sermaye artışına katılan elinde 1 hissesi bulunan GS yatırımcısı gerçekte %1900'luk sermaye arttırımına katılmak durumunda kalıp sermaye arttırımından hisse almak için toplam 250 TL ödemek durumunda kalacaktır.

Mehmet amcanın toplam ödeyeceği de 25,000 TL'yi bulacaktır... Hisselerin değer kaybı da cabası...

Toplamda küçük yatırımcıdan 314 milyon TL para çıkarken, buna karşılık kulüp ise 2014-30 yılları arasındaki kiralama işleminden doğan 443 milyon TL'lik alacağından 383 milyon TL'yi düşerek gercekleştirmiş olacaktır.

Özetle kulüp normalde senelik bazda kiralama yerine 2030 yılına kadar stadı peşin kiralayarak gelecek geliri şimdiden tahsil etmiş ve bu imkanı kullanarak Mehmet amca gibi küçük yatırımcıyı yüksek oranda sermaye arttırımına katılmak zorunda bırakarak 314 milyon TL kaynak yaratmıştır. İşin çarpıcı yönüyse, bu kadar büyük bir operasyonda ne GS kulübünden ne de Galatasaray A.Ş.'den tek kuruş nakdin çıkmayacak olmasındadır...
...
...
Yazıyı fazla uzatmamak ve dikkati dağıtmamak adına "Kiralama işlemine giren stadın bir kısmının ileriye dönük yaratacağı hasılatın esas alındığı değerleme raporunun varsayımları" veya "Bu raporu hazırlayan şirketin kulübün borçlu olduğu bankanın olmasının yaratacağı çıkar çatışması" gibi konuları yazıya dahil etmedim. Hatta bu kadar kısa sürede iki sermaye artırımı bir "insider trading" olur mu diye de sormadım... Finansçı arkadaşlar SPK 47/A'yı oku dediler...

Mehmet amcamız  zaten bu detayları bilmek istemiyor. Bunları bilmenin SPK'ın görevi olduğunu ve kendisini koruyacağını düşünüyor, taa ki geçen gün CNBCe'de kendisi ile aynı takımı tutan SPK başkanının da konuya izleyici oldugunu duyuncaya kadar....

Mehmet amca şimdilerde kara kara yeni sermaye artışı için 15,000 TL'yi nasıl bulacağının hesaplarını yapıyor. En iyisi hisseyi satarak karşılayım diyor. Muhtemelen çok sevdiği kulubü, onun bu hisselerini düşük fiyattan alıp yükseğe satacaktır. Aynı  geçen sermaye arttırımına katılamayanların satışlarını alıp üstüne kâr yaptığı gibi.

Mehmet amca kaç haftadır berber Salih'e gitmiyor diye duyduk... Fenerbahçeli Metin her geldiğinde "Eee at binenin, kılıç kuşananın tabii. Meğer sanat eseri operasyon asıl buymuş.... GS sizi nasıl düdükledi ama?" deyip kıs kıs gülüyormuş...
...
...
Sevgili dostum T.C.'ye teşekkürler