2 Ekim 2012 Salı

20'den 10'a.. Ondan Bana...

O, sadece beş yaşında... "Kızım ağlamadan konuş" diyorum. Onu üzen, anlayamadığı, ürktüğü ne varsa anlatırken alt dudağı bükülüyor. Hayat ve getirdiği sorunlar onun ömrüyle orantılı algısı için çok büyük.
"Ağlamadan anlat bir tanem, seni sonuna kadar dinliyorum; birlikte çözeriz" deyip, sarılıyorum. Çözüyoruz...

Bense 44 yaşındayım. Aynaya baktığım yok, dudağım ne kadar büküldü bilmiyorum. Bunca yaş, "bu da geçer" demeyi öğretmiş. Kumlar birikmiş kaya olmuş ve kopan kaya kocaman boşluk bırakıyor.

Beni buralara bağlayan nedenlerden biri olduğunu bilmiyordun. Dedemin ruhuna selam olsun, "kapat Leman, kapat... havadan oynuyorlar" derdi. TRT'nin kırk yılda bir canlı verdiği Fenerbahçe maçını "havadan" nedenle seyredemediğim için yanardım. Senin sayende bizim takımda da topun havalanmadan oynanabildiğini öğrendim.

Hani piyasada satılan kitaplar var ya insanlara matematiğin yaşamın içinde olduğunu öğreten, sayfalara ihtiyaç duymadan seyirle denklem çözmenin basitliğini öğrettin. Seni yıllar önce tanısaydım, üniversitede termodinamikten geçebilmek için bu kadar zorlanmazdım. Minimum enerjiyle, maksimum faydayı sende görür, kavrardım. Minimum enerji deyince senin hareketsiz olduğuna kanıt bulduğunu sananlara zaten zerre itibar etmedim. Bilenle, bilmeyen bir mi ki?

Seni bir anı olarak düşünmekten korktum hep... Doyamadım, doyulmazdın... Zaman dursun ve hep var ol istedim... ve gün geldi senin bizdeki varlığın için "di"li geçmiş zaman kullanan yazı yazıyorum.. Hiç bu kadar zorlanmamıştım yazarken. Kelimelerin sözlükle sınırlı anlamı var ve seni kelime kullanıp sınırlamak şu an hissettiklerime ihanet sayılacak!

Bir gün gidecektin ama seni bizden bu şekilde koparanlara da bir çift sözüm var... Bugün söylemek yersiz. Küçük akılların, küçücük çözümleri onları da bir gün tutundukları yerden söküp, alacak... Ve o gün söylemek istiyorum içimdekini... Onların alışık olduğu şekilde değil, tam yüzlerine karşı...

   

Hiç yorum yok: