Fenerbahçe’nin katıldığı tüm branşlarda bir final sendromu
yaşadığı artık yalın bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Son ve mikro
örneklerini Karşıyaka ile oynanan basketbol karşılaşmalarında gördüğümüz
dramatik kayıplar, artık bir travmaya dönüşmüş durumda. Peki bu sendrom ne
zaman başladı? Sebepleri ne? Nasıl bitecek? Çözümü var mı?
Öncelikle sorunun kaynağını tespit etmek gerek. Fenerbahçe’yi
epey uzun süredir takip eden biri olarak, bu sorunun - bir çok Fenerbahçelinin
de benzer düşündüğüne eminim -2006 yılındaki Denizlispor maçıyla başladığını
söylemek mümkün. Neden derseniz, daha öncesinde bunun aksine bir çok örnek
gösterebilirim. Mesela 1983 yılında Fenerbahçe, Galatasaray karşısında 4-1
mağlup durumdayken son 15 dakikada maçı 4-4’e getirmiştir. 1988-1989 sezonunda,
ilk yarısı Galatasaray lehine 3-0 biten maçı, ikinci yarıda Fenerbahçe efsanevi
bir şekilde 4-3 kazanmıştır. 1996 yılında, ligin bitimine 3 hafta kala, 2 puan
gerisinde bulunduğu Trabzonspor’u, üstelik 1-0 mağlup duruma düştüğü maçta
deplasmanda 2-1 yenmiş ve kalan 2 maçı da kazanarak şampiyon olmuştur. Yine
2001 yılında, önce şampiyonluk adayı Gaziantepspor’u 0-3 yenik düştüğü maçta
tıpkı Galatasaray’a yaptığı gibi 4-3 yenmiş, aynı yıl ligin son maçında
Samsun’da 1-0 yenik duruma düşmüş, Galatasaray’ın da Trabzonspor karşısında
farka gitmesiyle strese girmiş, yine de maçı 1-3 kazanarak şampiyon olmuştur. Bu
kritik maçların hiçbirinde Fenerbahçe takımı veya taraftarı “eyvah maç gitti”,
“şampiyonluğu verdik” gibi hezeyanlara kapılmamış, tam aksine büyük bir inanç
ve direnç göstererek destansı maçlar oynamıştır.
Sendromun 2006 yılında oynanan Denizlispor maçı ile
başladığını söyledik. Ama bunun bir yıl öncesinde Türkiye Kupası Finalinde
alınan 1-5’lik Galatasaray mağlubiyetini de hatırlamak gerekir. Gerçi aynı yıl,
hem de Galatasaray’ın 100. yılında, üstelik Galatasaray’ı yenerek şampiyon olup
bu mağlubiyeti unuttuk ama, hemen ertesi sene yaşanan Denizli faciası, işi bir
sendroma dönüştürdü. Denizlispor maçı herkesin malumu. Son haftaya lider
girilmesine rağmen, hakemin, rakibin, şansızlığın, beceriksizliğin katkılarıyla
verilen şampiyonluk. Bu maç maddi manevi büyük hasarlara neden oldu. Tekrar
etmeye gerek yok. Ama işin kötüsü, camianın genetiğine işlemeye başlayacak
final sendromunun ilk ve en önemli halkası oldu. Aynı yıl Türkiye Kupası da
finalde Beşiktaş’a kaybedildi.
Aslında Fenerbahçe bu travmadan kurtulacak fırsatları
yakaladı. 2006-2007 sezonunda, 100. yılımızda alınan şampiyonluk, yine ertesi
sezon Şampiyonlar Liginde oynanan çeyrek final, hepimize umut, geçmişi unutmak
için fırsat oldu. Fakat bu defa da şampiyonluk Galatasaray’a kaptırıldı ve başa
döndük.
Akabinde yaşananlarsa sendroma halka üstüne halka ekledi.
2009 yılında Türkiye Kupası Finali, bir kez daha Beşiktaş’a kaybedildi. 2010
yılında son maça lider girilmişti. Şampiyonluk yakındı. Ama Türkiye Kupası
Finalinde Trabzonspora kaybedilen kupa, final sendromunu derinleştirmiş,
Denizli maçının da etkisiyle “yine mi?” sorularını akıllara getirmişti. Korkulan
oldu ve bir şampiyonluk daha son maçta kaybedildi. Böylece Fenerbahçe, 2005-2010
yılları arasında oynadığı 6 final maçında, 2 şampiyonluk ve 4 Türkiye Kupası
kaybetmiş oldu. Gerçekten inanılması zor bir istatistik.
Sonraki yıllarda final sendromunu kısmen de olsa yenebildik.
2010-2011 sezonunun ikinci yarısındaki 17’de 16 maçlık muazzam performans ve
kazanılan şampiyonluk, 2012 ve 2013’te çok uzun yıllar sonra kazanılan 2
Türkiye Kupası, Avrupa Liginde oynanan yarı final. Hem erkek hem kadın amatör
branşlarda kazanılan sayısız kupa.
Ama 2011 şampiyonluğunun ardından gelen 3 Temmuz süreci ve yaşananlar, kaybedilen tüm kupalardan daha büyük bir sorun yarattı; “mağdur psikolojisi”. Yani “biz ne yaparsak yapalım, birileri bizi engelleyecek” düşüncesi. Kazansak da “kesin bir ceza verecekler” korkusu. Haklı temelleri de olan bu korku, maalesef aleyhimize işledi.
Tabi bu dönemde sendromu geri döndüren ve derinleştiren bir
başka gelişmeyse, elbette Galatasaray’a son maçta kaybedilen şampiyonluktur.
Kazansak bile puan silerek bizden alınacağına emin olduğum (bakınız 3 Temmuz
sendromu), yine de “keşke biz yensek, onlar puan silseydi” dediğimiz maç, kısa
bir zamanda 3. kez son maçta verilen şampiyonluk olarak tarihimize geçti.
Sonrası için istatistiklere diğer branşları koymayı gerek görmüyorum. Ama nice basketbol, voleybol, futbol maçında dramatik sonuçlar yaşadık. İlk akla geleni, kadın basketbolda finalde Galatasaray’a kaybettiğimiz Avrupa Kupasıdır. Son akla gelenler de, malum, en başta yazdığım Karşıyaka maçları.
Tablo böyle. Peki çözüm ne?
İşin birinci boyutu şu; kazanmak bir alışkanlıktır. Kaybetmek
de öyle. Fenerbahçe’nin bence birinci hatası, bu sayısız travmanın çoğunu
yaşamış oyuncuları, travma sonrası kadrosunda tutmuş olması ve çoğunu tutmaya
devam ediyor olmasıdır. İsim zikretmeye gerek yok. Ama son maçlarda verilen 3
şampiyonluğu ve kupa finallerini yaşamış futbolcuların, performansları ne
olursa olsun takımda olması bence yanlıştır. Çünkü bir yerden sonra
umursamazlık yaratır. Bu nedenle bu oyuncuların gönderilmesi, teknik olmasa
bile psikolojik açıdan doğrudur. Öte yandan tam tersi de mantıklıdır. Yani Kuyt
gibi, Roberto Carlos gibi “winner” diye tabir edilen ve her daim kazanma
alışkanlığı olan tecrübeli futbolcuların kadroya kazandırılması gerekir.
İşin ikinci boyutu, psikolojik yardımdır. Günümüzde bir çok
kulüp, mentorlardan veya spor psikologlarından destek almaktadır.
Fenerbahçe’nin de bu yardımları dönem dönem aldığını basından duyuyoruz. Ama
yeterli olmadığı kanaatindeyim. Ve talep edildiği takdirde bu işi seve seve
yapacak, konusunda uzman bir çok Fenerbahçeli olduğunu biliyorum. O nedenle tüm
branşlardaki sporcularımıza, belirli bir program altında sürekli destek
sağlanması gerektiğini düşünüyorum.
Üçüncü boyutsa korkuyla alakalı. Bütün bu yaşananların,
taraftarda yarattığı korku ve çabuk pes etme psikolojisi. Aslında bu çok ironik
bir durum. Çünkü 3 Temmuz sürecinde herkese meydan okuyan taraftarın, sezonun
bitimine 5 maç kala “şampiyonluk gitti” diye pes etmesi, bir maçın bitimine
epey süre varken “gitti maç” demesi tuhaf bir durum. Ve bunun aşılması
gerekiyor. Fenerbahçe’nin en başta bahsettiğim, hiç bir maçı bırakmayan o
efsane kimliğine geri dönmesi gerekiyor.
Bunun için de yapılması gerekenler var. Mesela Başkan
tarafından kullanılan ve normal zamanda katılabileceğim, ama mevcut şartlarda
kabul edilmesi zor “İkincilik sorun değil” söyleminin terk edilmesi lazım.
“Fenerbahçe için ikincilik kabul edilemez” cümlesinin bir şartlandırma olarak
kullanılması, ama bunun gereği olarak da tüm camianın son ana kadar hiç bir
maçı ve kupayı bırakmaması gerek. “Şu kupa önemli, bu kupa önemsiz” demeden,
çıktığı her finali kazanmak için oynamalı, hiç bir maçı bitmeden kaybettik
dememeli.
Ve hepsinden önemlisi, 3 Temmuz’un unutulması gerek.
Yaşadıklarımızı, soracağımız hesapları unutalım demiyorum. Ama artık sahada 3
Temmuz’u unutmalıyız. Çünkü yukarıda özetlediğim o psikoloji bize zarar
veriyor. Ve 3 Temmuz’a esas cevap vermemiz gereken saha içini, bir mağduriyet
alanına çeviriyor.
Fenerbahçe’nin bu sorunu aşacak potansiyeli ve gücü var.
Artık bunu kullanmalı ve kendisine yakışır bir mücadele göstermeli. Her
branşta, her maçta, her finalde. Son düdük çalana kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder