2010-11 Fenerbahçe-Gaziantepsor maçı |
Selim Ferit Yıldız (@fireofOctopus ) twitter üzerinden ilginç bilgiler paylaşıyor.
Özellikle televizyon programlarının kayıtları üzerinden yaptığı yorumlar ,saptadığı bilgiler kayda değer.Selim Fırat Yıldız bir mahlas ,yani gerçek bir isim değil. Çok Fenerbahçeli onun kim olduğu olabileceği yönünde fikirler yürütüyorlar. Ben yazdıklarına odaklandığım için yazıştığımız süre içinde kimliğini merak etsem de sormadım...
Uzun bir süredir 3 temmuz darbesinin yurt dışı bağlantılı bir bahis organizasyonu tarafından düzenlendiği/şekillendirildiği şeklinde görüşlerini paylaşıyor.
Ne kadar doğru ne kadar yanlış bilemiyorum ama iddiaları okumakta yarar var. Okurken aklımızdaki bazı sorulara yanıtlar bulabiliyoruz ama tabii yeni sorular da ortaya çıkıyor...
Aşağıdaki tüm görüşler Selim Fırat Yıldız'a aittir . Sadece okumayı kolaylaştırıcı ufak düzletmeler yaptım .
Hikaye 2012'nin yaz aylarında bitiyor ama tahminen devamı da gelecektir...
“3 Temmuz”un bir operasyon olduğuna inanıyoruz. 2 yıl boyunca da müteaddit defalar şu soruya yanıt aradık. “Operasyonu kim; neden yaptı?”
“3 Temmuz Operasyonu”nun “FAİLLERİ” konusunda pek çok “şüpheli” keşfettik. Hiçbir “şüpheli” bana, yüzde 100 “işte fail bu” dedirtmedi.
3 Temmuz öncesi olaylar, operasyon günleri ve yargı sürecindeki izlenimlerimi İtalya ve Yunanistan’dan edindiğim verilerle birleştirdim
3 Temmuz sürecinde rol alan aktörleri illiyet bağlarıyla birlikte düşündüğümde şu sonuca vardım. Herkesi birleştiren bir bağ olmalı.
Farklı bir bakış açısı sunmak istiyorum. O nedenle bir tartışma açmak istedim. Sosyal medya bunun için var. Fikirlerimizi ortaya koymalıyız.
Çıkış noktası şu soru: Hiç aklınıza takıldı mı? Bugüne kadar hiç şüphelenilmeyen ve ismi geçmeyen bir yapı ile karşı karşıya olabilir miyiz?
Yanılıyor olabilirim. Yararlandığım verileri yayınlanmak suretiyle aleniyet kazanmış kaynaklardan sağladım.
Bu bir teorik tartışmadır. Belki de tartışma neticesinde yersiz bir şüpheye kapıldığım ortak görüş belirecektir.
Şu muhakkak ki, tanımlamalardan kolaylıkla teşhis edilebilecek kişi ve kurumlara suç atfetmek için yargı süreci gerekiyor.
12numara.org’un “3 Temmuz sürecinin TBMM tarafından araştırılması” önerisinden sonra ben de cesaretle bir katkıda bulunmak istedim
Daha öncesinde Başkan Aziz Yıldırım’ın “Platini’ye baskı varmış” dedikten sonra bir an duraksamasından sonra umutlanmıştım
Ancak yaşanan ve yaşatılanlar ve yaşatılacağına dair “medya yoluyla” tehdit içerikli mesajlar gönderilen Başkan Yıldırım sustu. Kolay değil.
Aslında anlayanlar için “tam teşekküllü” mesajlar verdi. Anladığım kadarıyla mesajlar yerine ulaştı.
Başkan Aziz Yıldırım’ın “Herkes bir yere yatmış”, “Ezbere konuşmadım. Ne söylediğimi biliyorum farkındayım.” sözleri dikkat çekti
Başkan Yıldırım ’ın “Türk sporunu fırsatçılar, işbirlikçiler değil Türkiye Cumhuriyeti hükumeti yönetir” sözleri de yerini buldu sanırım
Ancak Başkan Yıldırım şimdilik diyerek sustu. O’nun, yutkunması bizim de susacağımız anlamını taşımıyor. Bilgilerimizi birleştirmeliyiz…
3 Temmuz operasyonun arkasında tüm aktörleri kazan kazan prensibiyle birleştiren bir “organizatör” olduğunu düşünüyorum.
Sık sık yazdığım bu düşüncemi zaman içinde müşahhas hale getirdim. “Organizatör” çalışma şemasını gözümde canlandırarak “ahtapot”a benzettim.
Şu fikir bende net olarak oluştu. “ahtapot”un yurt içinde “yardım ve destek” aldığı kurumlar, kişiler var. “YATAKLIK” eden rakipler var.
Verilere bakıldığında şu açıkça görülüyor ki “organizatör ahtapot” merkezi yurt dışında bulunan bir ticari organizasyonun temsilcisi.
UEFA’ya dahi etki edebilecek, kökü yurt dışında olan ülkemizde temsilcileri aracılığıyla faaliyet gösteren “ahtapot” bahis firmalarıdır
3 Temmuz’un gerçek organizatörlerinin “bahis tekelleri” olup olmadığı TBMM tarafından mutlaka araştırılmalıdır.
Uluslararası bahis lobisi faaliyete başlamadan önce mutlaka yurt içinden destek almıştır. Destekçiler bugüne kadar şüphelenilenler olabilir
Mutlaka bazı sorular ortaya atılacaktır. Neden bahis firmalarından şüpheleniyorum? Onlar neden Türkiye 'yi hedef alsın?
En önemlisi de bahis firmaları neden Fenerbahçe’yi hedef alsın? Bundan ne kazançları olabilir? UEFA’ya nasıl etki edebilirler?
Tartışmayı sağlam zemine oturtmak için alt metin hazırladım. “Organizatör” ile dahili işbirlikçilerinin konumunu anlamamıza yardım edecektir
Fenerbahçe taraftarları, bu metindeki bilgileri analiz edip zihinlerini işgal eden sorulara yanıt bulabilirler. Somut verilerle…
Tüm renkdaşlarımızı “mevcut şüphelilerin yanı sıra” bu organizatörün eylemleri konusunda düşünmeye davet ediyorum.
Türkiye, yaklaşık 10 yıldır bahis sistemine entegre olmaya çalışan bir ülke. Bahis sistemini devlete (Spor Toto) işletiyor.
Spor Toto çatısı altında 9 yılda yaklaşık 20 katrilyon ciro yapan sisteme oran belirleme ve risk yönetimi desteğini vs alt yapı desteğini İnteltek veriyor
Yunan İntralot ve Mehmet Emin Karamehmet İnteltek’te ortaklar. İhaleyi 2008 yılında 10 yıllığına “TEKEL” olmak kaydıyla kazandılar.
İhaleyi, toplam cirodan kendisine en az pay almayı taahhüt eden firma kazandı.
İlk turdaki teklifler:
Doğan Holding, yüzde 6.1
İnteltek İnternet Teknoloji Yatırım ve Danışmanlık yüzde 11.3
Lotos İç ve Dış Ticaret Yatçılık Turizm yüzde 10
Meteksan (Bilkent) zarfı boş çıktı
İnteltek İnternet Teknoloji Yatırım ve Danışmanlık yüzde 11.3
Lotos İç ve Dış Ticaret Yatçılık Turizm yüzde 10
Meteksan (Bilkent) zarfı boş çıktı
İkinci turdaki teklifler
Doğan Grubu: 2.1
İnteltek : Yüzde 1.4
Lotus : Yüzde 3.8
İnteltek : Yüzde 1.4
Lotus : Yüzde 3.8
Doğan Yayın Holding ihaleye İtalyan Lottomatica-Snai SPA ile konsorsiyum yaparak katıldı
Esas Holding (Emine Kamışlı-Ali Sabancı) Lotos adlı firmalarıyla İngiliz bahis devi Ladbrokes ile ortaklık yaptı
17 Nisan 2004’ten sonra hizmet veren Çukurova grubuna (Mehmet Emin Karamehmet) İnteltek ihaleyi kazandı ancak ciddi bir kayba da uğradı.
Hasılattan yüzde 12-10 en son 7 pay alırken oran bir anda yüzde 1.4‘e düştü. Bu durum “İnteltek‘in bahislerde katılımcıya sunduğu kazanç oranlarını biraz daha düşürmesi” anlamına geliyordu.
İhale öncesi oranların geçerli olması halinde İddaa‘nın 3 milyar YTL‘lik cirosundan İnteltek 219 milyon YTL brüt kazanç elde edecekti.
Ancak yüzde 1.4‘lük orana göre kazancı bir anda 42 milyon YTL‘ye gerileyen İnteltek‘in bu gelir kaybını bahislerdeki riskini azaltarak ve oranları düşürerek dengelemesi gerekecekti
İnteltek’in bir başka çıkış noktası ise cironun artması, vergilerin düşürülmesi, elektronik ödeme sistemine izin verilmesiydi.
Doğan Grubunun ihaleye ilgisi Mehmet Emin Karamehmet ve ortaklarını zor duruma düşürdü. Karamehmet ihaleyi almak için agresif bir indirim yaptı.
Karamehmet’in cirodan alınan pay yüzdesinin düşmesi çeşitli arayışları da beraberinde getirdi. En kesin çözüm ciro artışıydı.
Uluslararası bahis firmaları Türkiye’ye yatırım için pek istekli değildi. Türkiye’nin 10 yılda tam performans göstereceği öngörülüyordu
2004-2008 yılları arasında 6.7 milyar TL gelir elde edebilen Spor Toto (iddia) sonraki 4 yılda 18 milyar TL ciroya ulaştı. Operasyon sonrasındaki yıl ise bir önceki yıla göre %30 ciro artışı sağladılar
Spor Toto’ya bağlı “iddia” markasıyla açılan batilerin sayısı ihale döneminde 2.400 civarındayken bu rakamın 4.000’i bulduğu biliniyor
Kayıtlara göre ihale döneminde (2008) ortalama 2 milyon kişinin bayilerden 500 bin kişinin elektronik bayilerden bahis yapıyor. Kişi sayısı üretilen kolon sayısına oranlanarak tahmini rakamdır.
2013 yılına gelindiğinde hem mahalle arasındaki bayilerden hem de elektronik bayilerden bahis yapan kişi sayısının arttığı biliniyor.
Spor Toto’nun (İddia) elektornik bayilerinin dev kuruluşlar olması, tanıtım yatırımı yapması bunda etkili oldu. En az 1.000.000 kişinin internet üzerinden üye olup bahis yaptığı tahmin ediliyor.
Doğan Holding (Aydın Doğan) nesine.com
Saran Holding (Sadettin Saran) tuttur.com
Karamehmet (Demir) İntralot-Hitay bilyoner.com
Maraton Şans Oyunları (Karamehmet-Şansal Büyüka) misli.com
Doğuş Holding-(Ferit Şahenk) oley.com
Oğuz Çalışkan (Eski futbolcu olduğu söyleniyor) adına birebin.com
Doğan Holding (Aydın Doğan) nesine.com
Saran Holding (Sadettin Saran) tuttur.com
Karamehmet (Demir) İntralot-Hitay bilyoner.com
Maraton Şans Oyunları (Karamehmet-Şansal Büyüka) misli.com
Doğuş Holding-(Ferit Şahenk) oley.com
Oğuz Çalışkan (Eski futbolcu olduğu söyleniyor) adına birebin.com
2009 yılı sonundan itibaren iki büyük ihaleye ilişkin söylentiler yayıldı. Biri zaten biliniyordu. MPİ
Milli Piyango İdaresi 2003 yılından bu yana özelleştirilmeye çalışılıyordu. 2009’daki ihaleye 1.6 milyar USD açılış teklifi gelmiş açık artırmada fiyat yükseltilmeyince iptal olmuştu.
Şans oyunlarının lisans verilmesi suretiyle özelleştirilmesine ilişkin ilk ihale, 7 Mayıs 2009′da yapıldı DAF (Doğuş Holding, Alarko Holding, Fina Holding), Yunan OPAP ve Turkcell dahil olmuştu.
İlk ihalenin başarısız olmasına yol açan yasal prosedürler tamamlanmış ve Ağustos 2010’da Resmi Gazete’de ilan edilmişti. Artık şartname aşamasına gelinmişti.
Lisans devrinden beklenen gelir 10 milyar dolar olarak zikrediliyordu. Medya da MPİ ihalesine talip yerli yabancı firmaların ismi yer aldı
İşte Milli Piyango ile ilgilenen gruplar: Koç Holding, Sabancı Holding, Doğan Holding, Doğuş Holding, FİBA, Alarko, Camelot (İngiltere), Cirsa (İspanya), Essnet-Tattersall‘s (İsveç-Avustralya), Gtech Lottomatica (İtalya-ABD) Intralot (Yunanistan), Opap (Yunanistan), Pan Malassian (Malezya), Scientific Games (ABD) ve Sisal (İtalya).
Milli Piyango kadar ilgi gören bir başka devlet kuruluşu Spor Toto’nun özelleştilmesiydi. Ancak Spor Toto’nun 2009 yılı Nisan ayı itibarıyla performansı çok parlak değildi.
2012 yılı sonunda ortaya çıktı ki Spor Toto’nun lisans devrinden 10 milyar dolar lisans devir geliri elde etmeyi planlıyormuş.
VE BU RAKAMLARI DEFATEN VERECEK YERLİ FİRMA BULMAK KOLAY DEĞİLDİ. ANCAK ULUSLARARASI DENEYİME SAHİP FİRMALAR YERLİ ORTAKLA BU RAKAMLARA ÇIKABİLİRDİ.
O dönemde öncelikli sorun lisans devri de değildi zaten. Türk bahis severlerin neredeyse %90’ı yabancı liglere itibar ediyordu. Türkiye’de üzerine en fazla bahis yapılan takım ise Fenerbahçe’ydi.
Fenerbahçe’nin gerek yurt içindeki gerekse de yurt dışındaki oyuncular tarafından tercih edilmesinin sebebi olarak şu anlatılıyordu.
Değişik spor branşlarında faaliyet göstermesi, son 10 yılda sürekli zirve mücadelesi vermesi, ünlü futbolcuları transfer etmesi. Özetle dünya kulübü sloganı tahmin edilemeyen bir yan etki yapacaktı.
Spor Toto yönetiminin İddaa’dan kulüplere dağıtılacak hasılatın yüzde 10′u yerine, oynanma oranının yüzde 10′unun verilmesinin planladığı duyuldu. Bu uygulamanın kaçınılmaz sonucu ise profesyonel futbol liglerinde yer alan 150 futbol kulübünün gelirlerinde yüzde 90’a varacak oranlarda maddi kaybın yaşanacak olmasıydı…
Çok detaya girmeyeceğim. Ama merak edenler durumu kavramak için okuyabilirler. Futbol kulüplerine aktarılan toplam tutar 554 milyon TL civarındaydı (2009 Nisan) Kulüplere dağıtılan toplam tutar, cironun yüzde dokuzu civarındayken, vergiler düşüldüğünde, kulüplere aktarılan tutarlar, toplam İddaa cirosunun yüzde yedisine karşılık geliyordu. Mevcut sisteme göre İddaa kuponunda yer alan tüm kulüplere, oynanıp oynanmadığına bakılmaksızın yüzde dokuz dolayında bir ödeme yapılıyor. Üzerinde çalışılan yeni dağıtım sisteminde ise kuponda yer alan kulüplere eğer bahis oynanmışsa, oynanan bahsin yüzde 10’unun ödenmesi planlanıyordu.
Bugüne kadar epeyce tartışılan ve değişen bu oran belirleme sistemi kulüplerin başında “demoklesin kılıcı” gibiydi.
Karşı karşıya kalınan manzara şuydu. 10 milyar dolar özelleştirme geliri beklenen Spor Toto yabancı yatırımcının pek ilgisini çekmiyordu.
Neden uluslararası bahis firmalarının ilgisi az dendiğinde “ortamın uygun olmadığı” söyleniyordu. Özellikle “şike nedeniyle güven” duyulmadığı dile getiriliyordu.
Oysa 2008 yılının sonundan itibaren uluslararası bahis firmaları hukuki tehdit altında sorun yaşamaya başladı. AB’nin bastırmasıyla pek çok kez soruşturmaya uğradılar. Cezalandırıldılar. Yeni kurallar getirildi
Bahis tekelleri ile çok uluslu firmalarının tekelleşmesi sorunu içinden çıkılmaz hal aldı. Yasal sınırlardaki komisyonlarıyla yetinmeyip gelir artırıcı eylemlere başvurduğu iddiası yoğundu.
‘Rantın ne kadarını paylaşmazsak kardır’ın peşinde olmakla suçlanan bahis tekellerinin çok uluslu şirketlerle mücadele yöntemleri ülkesine göre değişiyor. O ülkedeki hukuka müdahale ihtimalleri, halk bilinci ve insan haklarına verilen önem bu süreçte belirleyici değişkenler olarak sıralanıyor. Elbette yurt dışındaki bahis sisteminin çeşitliliğini unutmamak lazım. Türkiye’de oldukça sınırlı.
Bu aşamada Türkiye cazibesini artırsa da ciddi çekinceler vardı. Merkezi Cebelitarık’ta bulunan çok tanınmış bir bahis firması oldukça ilgiliydi.
İtalya merkezli bir bahis firması ile İngiltere’nin köklü firmalarından biri de ilgiyle gelişmeleri takip ediyordu. Yurt içinden birlikte çalışabilecekleri güçlü kurumlarla zaten ilişki halindeydiler.
ONLARI HEYECANLANDIRAN EK BİLGİ ŞUYDU:”MEVCUT İKTİDARIN TEVECCÜHÜNÜ KAZANMIŞ FİRMALAR DOĞAL OLARAK BAHİS KUMAR GİBİ KONULARDA FAALİYETTEN GERİ DURUYOR. BU ALAN TAMAMEN AÇIK.”
Uluslararası bahis firmaları için Spor Toto’nun 10 milyar dolar civarında telaffuz edilen lisans devir rakamına ulaşması için yapılması gereken çok iş vardı.
Bu noktadan sonra yazacaklarım bahis firmalarının genel çalışma prensiplerine bakarak yaptığım yorumlar olacak. Mutlaka ekleme düzeltme olacaktır.
Öyle sanıyorum ki, bahis firmaları Türkiye’ye girmeden önce “dikensiz gül bahçesi” arzu ettiler. Onlara göre Türkiye ligleri kirliydi.
“Arındırılmış” bir ortamın nasıl sağlanabileceği tartışıldı. Çünkü “tam kontrol” olmazsa olmaz kurallardan biriydi.
Vergi oranlarının düşürülmesi, elektronik bahis ve ödeme sistemlerinin kullanılması için izin verilmesi de talepler arasındaydı.
Ancak hükumet özellikle kredi kartıyla oyuna izin vermeme konusunda kesin kararlıydı. Spor Toto Teşkilat Başkanı bunu açık dille ifade ediyordu.
Uluslararası bahis firmaları adına hem Spor Toto hem MPİ ihalesini izleyen profesyoneller “yapılması gerekenler” konusunda oldukça tecrübeliydi.
Görünen o ki “öncelikle bir yasal düzenleme” ihtiyacına dikkat çektiler. Türkiye ligleri pazarlanabilir, güven duyulan bir lig görüntüsüne kavuşmalıydı.
Bazı takımlarla ilgili o denli ağır iddialar ortaya atılmıştı ki Dünyaya “temiz” mesajı vermenin tek yolu vardı. BÜYÜK BİR OPERASYON
“Çok büyük bir güç gösterisi yapmak lazım” dendi muhtemelen. “Yasal her türlü düzenleme yapılacaktır” teminatı verildi.
O arada, bence, hesaplanamayan bir şey oldu. Yasal düzenleme konusunda danışmanlık yapan yabancı firma temsilcileriyle resmi görevlilerin itimat ettiği kişiler arasında ülkü birliği husule geldi.
O samimiyetten istifade eden bahis firması temsilcileri (3’lü konsorsiyum) planlarını rahatça yürürlüğe koydular. Gerçek niyetleri anlaşıldığında ise iş işten geçmişti. Ve “köprüden önceki son çıkış” kaçırılmıştı. Karar verici konumundaki kişiler itimat ettikleri kişilerce yanlış bilgilendirilmişti.
Planlama yapılırken “Operasyon için iki seçenek masadaydı. Bütün kulüplere işlem yapmak. Veya en büyüğünü dize getirmek. Onlarca kulüple uğraşmaktansa bir tanesiyle” mantıklı seçimdi.
İnancım o ki; Fenerbahçe 2011 yılının ilk aylarında BU MANTIKLA “kadraja girdi”….
BU DÖNEMDE “EN BÜYÜĞÜNE İBRETLİK CEZA VERELİM, DİĞERLERİ HAKKINDA TOPLANAN VERİLERİ İSE ONLARI KONTROL ETMEK İÇİN KULLANALIM” GİBİ PARLAK FİKİRLER ORTAYA ATILMIŞ OLABİLİR..
Tartışmalar sürerken daha acil konu da unutulmadı. Yasal düzenleme konusunda ivme yakalanması gerekiyordu.
Aranan fırsat GS’ın Telekom Arena açılışında siyasi liderlerin ıslıklanmasıyla yakalandı. Bir taşla iki hatta üç kuş vurulmuş oldu.
Islıklanma olayı hem yasanın çıkış sürecini hızlandırmış, hem yaptırımları misliyle artırmış hem de Ünal Aysal’a başkanlık yolunu açmıştı.
Yasal düzenlemenin işlerlik kazanması için dayanak olması gerekiyordu. Emniyet birimlerinin rutin faaliyetlerinden elde ettiği veriler yasaya göre istenen forma sokulabilirdi.
Elbette kişiler arasındaki konuşmaları bilemeyiz. Ancak “Neden Fenerbahçe ? ” sorusunun yanıtını varsayımsal olarak şöyle formüle edebiliriz.
Acaba şöyle mi dendi “Bizim şu mesajı vermemiz lazım: Artık Türkiye ligine bahis yapabilirsiniz. Çünkü Türkiye bağırsaklarını temizledi”
“Eğer bu mesaj verilirse Türkiye bahis sistemi cazibesini artıracaktır. 10 milyar dolar değil iki katı değere de yükselebilir.” Bunun çok ikna edici olduğu açık
Muhtemelen konuşma şöyle devam etti “Fenerbahçe en iyi seçenek. Bu yasal düzenlemeye göre azimle takip edilmesi halinde aleyhinde güçlü veya zayıf kanıt bulunamayacak takım yoktur.”
“Eğer Fenerbahçe cezalandırılırsa diğer takımlar koşulsuz teslim olur. Muhtelif taleplere hiçbiri direnemez.”
Fenerbahçe’nin cezalandırılması diğer ülkelerdeki takımlar açısından da mesaj olur. Özellikle bahis firmalarının denetimindeki uluslararası çatı kuruluşlar bu etkiyi artıracaktır.
Yoğun çalışmaya rağmen umulan kadar kanıt bulunamadı. Ancak beklenecek zaman da yoktu. Organizasyonu yapanlar şu öneride bulundu
“Eldeki verilerle de işi bitirebiliriz. Ancak çok iyi bir projeye ihtiyacımız var. Kamuoyu çok iyi hazırlanmalı ve süratle operasyon tamamlanmalı”
Kamuoyu desteği için projeye medyanın ve insan gücü bakımından Fenerbahçe’nin rakibi takımların desteğini almak gerekti.
Onlarla yapılan görüşmede ortaya şu çıktı. “Aziz Yıldırım tam bir bela. O orada oldukça operasyon tam anlamıyla başarılı olamaz.”
Bahis firması temsilcileri için “uyumlu” çalışmayacak herkes risk demekti. Türkiye’den işbirliği yapacakları kişi ve kurumlara anlatmadıkları hedefleri vardı.
Onlar Türkiye’yi “yeni oyun alanı” olarak görüyordu. Maçları istedikleri gibi yönlendirmeyi umuyorlardı. Bu nedenle çok etkin kontrole ihtiyaçları vardı.
Etkin kontrolün ilk koşulu TFF’nu ele geçirmekti. Daha doğrusu MHK onların güvenilir elemanlarının kontrolünde olmalıydı.
Çünkü maçları kontrol etmenin en kısa ve en düşük riskli yolu hakemleri denetim altında tutmak/yönlendirmektir.
Fenerbahçe’nin köklü bir kulüp olması, taraftar sayısı göz önüne alınarak çok büyük bir medya desteği sağlandı. Ve bunun için büyük bütçelere ihtiyaç duyuldu
Öyle sanıyorum ki, siyasi iradeden alınan destekle operasyon normal bir süreç izledi. Bir noktadan sonra ise belki de seçim meşguliyetinden faydalanılarak bazı müdahaleler oldu.
Bence ilk etapta şu planlandı. En azından dahil olan ve onay verenler şöyle biliyordu.
Operasyon büyük bir gürültü koparacaktı. Bazı gözaltılar, tutuklamalar olacak, “herkes gereken dersi aldıktan sonra” 3-4 ay içinde rutin bir seyir izleyecekti.
Operasyon başladıktan sonra Aziz Yıldırım’ın görevi bırakacağı, bazı isimlerin tasfiye edileceği, yeni uyumlu isimlerin sahneye çıkışı planlanmıştı.
Bazı planlar anlaşılmaz şekilde gerçekleştirilemedi. Ters gitti. Planlanandan farklı yöne kaymasının nedeni sanıyorum ki şuydu:
1- “Dokunulmazlara dokunma” meraklısı bir grup 3-4 ayda konunun kapanmasına karşı çıktı. Bu nedenle normalden çok fazla soruşturmadan sızıntılar yaşandı. “Eldeki veriler zorlanarak ve formu değiştirilerek kanundaki şekle uydurularak suçlama yapıldığı” söylendiyse de fayda etmedi.
2- Fenerbahçe’nin zayıflamasından ve futbol sahnesinden birkaç yıl çekilmesinden menfaati olan rakip takım yöneticileri denetimden çıktı. Onlar “Bu koşullarda daha azıyla neden yetinelim. Fenerbahçe’ye 5-10 yıl kendisini toparlayamayacağı darbe vurabiliriz” dendi sanırım
3- Planı bozanlara; şahsi beklentileri ve gelecek planları doğrultusuyla fırsat bu fırsat “Aziz Yıldırımdan kurtulma” hevesine giren bazı kişiler de eklendi. Operasyonun etkisi artsın diye servis edilen bazı belgeler umulmadık bir komplikasyona yol açtı
4-Organizatör ve ekibi belki bu sorunu çözebilirdi. Fakat öyle bir gelişme yaşandı ki geri dönüş şansı kalmadı. Fenerbahçe taraftarının ikna olmaması, yürüyüş yapması camiayı birbirine bağladı. Çıkış yapmak için işaret bekleyenler geri çekildi.
3 Temmuz Operasyonu bambaşka bir seyir izlemeye başladı. Geri dönüşü olmayan bir yola girildi. Açgözlülük yapanlar planlanandan farklı bir yol izlenmesini zorunlu kıldı.
Operasyona izin veren ve denetleyen makamlarda, şüpheler oluştu. Ancak kamuoyunda o denli farklı bir beklenti yaratılmıştı ki durmak imkansızdı.
Fenerbahçe’nin zayıflamasını arzu eden rakip takımların yöneticileri medyadaki bağlantılarını devreye sokarak operasyonu farklı boyutlara taşıdı. Ateşe sürekli odun taşıdı.
UEFA devreye girdi. Organizatör UEFA’dan bir yaptırım gelmesini doğru bulmuyordu. Yaratılan kargaşada olanlar oldu.
Menfaatdarlar iş birliği yaparak UEFA’yı koz olarak kullandılar. Organizatörü de tehdit ettiler. Engel olması halinde operasyonun tehlikeye gireceğini söylediler.
Bu sırada siyasi otorite de kendisine pek çok konuda “tahrif edilmiş bilgi” sunulduğunu öğrendi. Ancak yapabilecek bir şey yoktu.
Operasyon normal akışında ilerlemesi zorunluluğu doğdu. Pardon bir yanlışlık oldu denme şansı yoktu. Aksi halde bütün fatura siyasi otoriteye çıkacaktı.
Organizatör, Türkiye’de birlikte ticaret yapmayı planladıkları 2 “icra kurulu” üyesi ile menfaatdarlar, tedarikçiler (bilgi, belge, medya desteği) oluşan bir yapı kurdu.
Temmuz 2012’ye kadar sadece “operasyondaki açıkların ortaya çıkmaması” için mücadele ettiler.
Çünkü bu gerçeğin ortaya çıkması yapılan yatırımın heba olması anlamına gelecekti.
Bu nedenle özellikle kamuoyunu yönlendirme ve kontrol bakımından sert önlemler geliştirdiler.
Bu arada fırsatçılık yaparak planı bozanlardan tek tek kurtulmaya başladılar. Geri dönüş şansı kalmadığından operasyonu bir şekilde sonlandırma yolunu seçtiler.
Ağustos 2012’de operasyon yeni bir safhaya girdi. Aslında bu süreç Ağustos 2011’de başlayacaktı. Ancak “zamanımız yok diyerek acele eden ve kısa sürede sonuç alma sevdasına kapılan”lar “kuşatma”yı bozmuştu. Temmuz 2012’de yeni kuşatma planı yapıldı. Ve uygulamaya kondu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder