Hala var mı bilmiyorum, benim zamanımda mecbur tutulurduk... Verilen kouyla ilgili 5 dakika derdini anlatır sonra karşı fikri dinlerdin. Ardından başlardın tartışmaya, kendi fikrini savunur karşındakini de çürütürdün. Görev buydu... Sürenin sonunda kimin haklı olduğuna sınıf parmak kaldırır, sahte demokrasiyle oy verirdi ama karar hocanındı... Savunduğun fikre inanıp, inanmaman sual edilmezdi; önemli olan ne kadar inandırıcı ve karşı tarafın fikrini ne oranda çürütebildiğindi... Yanlış bilmiyorsam, münazara ta Antik Yunan'dan kalma bir ekol. Zamanıyla ilgili yanlışım varsa da antika bir ders olması gerektiğinde fikrim sabit.
Münazara etme alışkanlığı insanın genetik yapısında olsa gerek... Yoksa hala üniversitelerde münazara grupları bulunmaz, bu anlamsız tartışma metodu için şampiyonalar düzenleniyor olmazdı.
Seviyoruz münazara yapmayı. Versinler elimize bir konu, sabahtan akşama kadar haklı çıkmak için tartışıp duralım. Yazılar yazalım, kanıtlar sunalım, karşı taraf diye gördüğümüzün ne kadar fikri varsa çürütüp, posasını çıkaralım.
Dinleyici olmak gibi bir görevim yok ama münazara tarafı olmadığım kesin. Bu kesinlikten yola çıkıp, yorumcu olayım dedim.
Bu kulübün başkanı, yöneticileri tozu dumana katan bir operasyonla "şikeci" diye içeri alınmış. Şampiyonluk kutlamalarının tadı tam damaktayken, birileri çıkıp "hop, sizin şampiyonluğunuz alınacak" diye buyurmuş. Tam silkelenip, "bir dakika arkadaş" derken Avrupalı biraderler "sizi kupa turnuvamıza almayız" demiş. Eldeki, avuçtaki kalbur üstü futbolcular tozu dumanı görüp ya gitmiş, ya da gri bulutların etkisiyle gönderilmiş. Kimseden ses seda çıkmaz, herkes başı kesik tavuk gibi dolanırken takımının hocası yanına kaptanlarını da alarak "biz buradayız ve sonuna kadar da burada olacağız" demiş. Öyle bir sezon geçirmişsin ki, bugün sokakta ara sıra gördüğün, marifetmiş gibi giyip, dolanılan penye tişörtlerdeki "feda"nın daniskasını yaşamışsın... Ve sana dokunanı yakabileceğini kanıtlamışsın.....
Ya da bize öyle gelmiş... Senin kulübüne resmen yeni bir şekil vermeye çalışan devasa operasyona aklıselimle cevap verirken, kaptanının kıçı kırık bir mesajıyla başlayan kaosa teslim olmuşsun. Bu ne yaman çelişki?
"Tez kellesi vurula!.."
Mutlak bir otorite olmadığı için son sözü söyleyebilenin kimliği belirsiz ama birinin kellesi gitmeli. Böyle bir DNA kodlaması var sanki... Kılıcın ucundaki kelle için de münazara yapılıyor. Aykut Kocamancılar ve Alexçiler iki grup olmuş, verilen sürede fikirlerini anlatmış. Şimdi sıra karşı tarafı çürütmeye gelmiş...
Nasıl bir illetse bu çürütme ihtiyacı, durup düşünmeden, ayağı gazdan kesmeden karşı taraf olduğuna inandığına yüklenmek zorunda hissettiriyor kendini. Oysa bir an durup, olan bitene şu saçma dairenin dışından bakabilse rahatlayacak.
Takım çok kötü oynuyor. Hatta öyle ki, her maç daha kötüye gidiyor. Bunda teknik adamın dahli çok büyük.
Sadece futbolculuğu için değil yanına koyduğu kişiliğiyle heykeli dikilen adam, hala sosyal medyaya mesaj veriyor. Derdini anlatmanın tek yolu buymuş gibi...
Aslında ne biri, ne diğeri... çünkü hem biri hem de diğeri...
Bize, yani taraftara bakıyorsun; yağmurlu havadan Aykut Kocaman'ı sorumlu tutanından, Recep Niyazi'yi motive etmediği için Alex'e giydirenine kadar rastlıyorsun. Öyle bir münazara ortamı var ki, gören Aykut Kocaman ve Alex'ten önce Fenerbahçeli'nin varolmadığını düşünür. Dahası onlar yoksa Fenerbahçe de yok olur sanki...
Münazara berbat bir alışkanlıktır. İnsana inanmadığını savundurur, taraf olduğu konuda bağnaz yapar. Ve en önemlisi gerçek olandan koparır.
Oturup tartıştığımızın Fenerbahçe olduğunu hatırlarsak 3 Temmuz'un aklıselim olgunluğu gelecek. Sonuçta zarar gören Fenerbahçe ve Fenerbahçe'nin münazara edilemeyeceğini bir hatırlasak...
Nazım Hikmet'ten alıntıyla son bulsun bu yazı.
.......
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
A.Bellisan
Münazara etme alışkanlığı insanın genetik yapısında olsa gerek... Yoksa hala üniversitelerde münazara grupları bulunmaz, bu anlamsız tartışma metodu için şampiyonalar düzenleniyor olmazdı.
Seviyoruz münazara yapmayı. Versinler elimize bir konu, sabahtan akşama kadar haklı çıkmak için tartışıp duralım. Yazılar yazalım, kanıtlar sunalım, karşı taraf diye gördüğümüzün ne kadar fikri varsa çürütüp, posasını çıkaralım.
Dinleyici olmak gibi bir görevim yok ama münazara tarafı olmadığım kesin. Bu kesinlikten yola çıkıp, yorumcu olayım dedim.
Bu kulübün başkanı, yöneticileri tozu dumana katan bir operasyonla "şikeci" diye içeri alınmış. Şampiyonluk kutlamalarının tadı tam damaktayken, birileri çıkıp "hop, sizin şampiyonluğunuz alınacak" diye buyurmuş. Tam silkelenip, "bir dakika arkadaş" derken Avrupalı biraderler "sizi kupa turnuvamıza almayız" demiş. Eldeki, avuçtaki kalbur üstü futbolcular tozu dumanı görüp ya gitmiş, ya da gri bulutların etkisiyle gönderilmiş. Kimseden ses seda çıkmaz, herkes başı kesik tavuk gibi dolanırken takımının hocası yanına kaptanlarını da alarak "biz buradayız ve sonuna kadar da burada olacağız" demiş. Öyle bir sezon geçirmişsin ki, bugün sokakta ara sıra gördüğün, marifetmiş gibi giyip, dolanılan penye tişörtlerdeki "feda"nın daniskasını yaşamışsın... Ve sana dokunanı yakabileceğini kanıtlamışsın.....
Ya da bize öyle gelmiş... Senin kulübüne resmen yeni bir şekil vermeye çalışan devasa operasyona aklıselimle cevap verirken, kaptanının kıçı kırık bir mesajıyla başlayan kaosa teslim olmuşsun. Bu ne yaman çelişki?
"Tez kellesi vurula!.."
Mutlak bir otorite olmadığı için son sözü söyleyebilenin kimliği belirsiz ama birinin kellesi gitmeli. Böyle bir DNA kodlaması var sanki... Kılıcın ucundaki kelle için de münazara yapılıyor. Aykut Kocamancılar ve Alexçiler iki grup olmuş, verilen sürede fikirlerini anlatmış. Şimdi sıra karşı tarafı çürütmeye gelmiş...
Nasıl bir illetse bu çürütme ihtiyacı, durup düşünmeden, ayağı gazdan kesmeden karşı taraf olduğuna inandığına yüklenmek zorunda hissettiriyor kendini. Oysa bir an durup, olan bitene şu saçma dairenin dışından bakabilse rahatlayacak.
Takım çok kötü oynuyor. Hatta öyle ki, her maç daha kötüye gidiyor. Bunda teknik adamın dahli çok büyük.
Sadece futbolculuğu için değil yanına koyduğu kişiliğiyle heykeli dikilen adam, hala sosyal medyaya mesaj veriyor. Derdini anlatmanın tek yolu buymuş gibi...
Aslında ne biri, ne diğeri... çünkü hem biri hem de diğeri...
Bize, yani taraftara bakıyorsun; yağmurlu havadan Aykut Kocaman'ı sorumlu tutanından, Recep Niyazi'yi motive etmediği için Alex'e giydirenine kadar rastlıyorsun. Öyle bir münazara ortamı var ki, gören Aykut Kocaman ve Alex'ten önce Fenerbahçeli'nin varolmadığını düşünür. Dahası onlar yoksa Fenerbahçe de yok olur sanki...
Münazara berbat bir alışkanlıktır. İnsana inanmadığını savundurur, taraf olduğu konuda bağnaz yapar. Ve en önemlisi gerçek olandan koparır.
Oturup tartıştığımızın Fenerbahçe olduğunu hatırlarsak 3 Temmuz'un aklıselim olgunluğu gelecek. Sonuçta zarar gören Fenerbahçe ve Fenerbahçe'nin münazara edilemeyeceğini bir hatırlasak...
Nazım Hikmet'ten alıntıyla son bulsun bu yazı.
.......
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
A.Bellisan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder