Abdi İpekçi Spor Salonu'nun açılışı için Harlem davet edilmişti. O güne kadar arkadaş evlerinin videolarındaki VHS kasetlerden izlediğimiz Harlem'i canlı görebilmek için açılış törenine davetiye-bilet arayıp, sonunda, salon kapısını bize de açan davetiyeyi yastık altında saklama mutluluğuna ermiştim.
4 Haziran 1989'da Harlem'i izlemek için Abdi İpekçi'yi dolduran binlerden biri olarak, saatler öncesinden heyecanla yerimizi aldık. Şov zamanı yaklaştıkça sabırsızlandık, dakikalar upuzun gelmeye başladı. Müzik kesildi, mikrofon açıldı... Devlet erkanı sırayla mikrofona davet edildi. Konuşmalar uzadıkça uzadı. Spor ve spor salonu siyasi gösteri için basamak oldu. Dönem Özal dönemiydi... Önce tek tük başlayan alkışlı protesto tüm salonu sardı. Mikrofondakinin ağzından çıkan her heceye müthiş bir alkış eşlik etmeye başladı. İşgüzarlardan birinin seyircileri uyarması protestonun dozunu arttırdı... Ve siyasi gösteri, planlanandan kısa sürdü. Harlem takımı anons edildiğinde, salondakiler egemenliği siyasilerin elinden "geçici olarak" almış olmanın hazzını yaşıyordu.
Taraftarlığın bir kimlik olarak algılanıp algılanmaması ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, tribünlerin yaşamdan bağımsız bir bütün olarak düşünülmesi yersizdir. Kısacası, tribünde yerini alan her birey yaşamındaki tüm seçimlerini bir süreliğine erteleyerek, içinde hissettiği taraftarlığı ön plana çıkaran kişidir. Tribünde bulunduğu sürece oy verdiği partiyi, dini inanç ya da inançsızlığını ve benzeri tüm seçimlerini askıya alır. Yaşamdaki seçimleri elbette tribünde bulunduğu süredeki tepkilerine yansır ancak tarafı olduğu kulubün başarısı, o an için ulaşmayı arzuladığı tek hedeftir. Taraftarlığına siyaseti bulaştırmaz. Tepkilerinde yansıması olur ama hiçbir zaman siyasi veya dini inanç bilinçli olarak baskın olmaz. Tribünler, yaşamın hemen her rengini ahenk içinde birarada bulundurabilen bir kitledir.
Gelgelelim siyaset, sporun içinde olma eğilimindedir. Siyasiler için kitlelere sempatik görünmenin kısa yollarından biridir spor. Örneğin bu yüzden parti liderlerini gittikleri her ilde, ilçede, o yörenin spor kulübü atkısını boynuna dolamış halde söylev çekerken görürüz. Stadyumların, salonların şeref tribünlerinde halkı selamlamak gibi ulvi bir görev üstlenirler.
Siyasilerin, en kozmopolit kalabalık olan tribünlerin karşısında boy gösterdiklerinde takdir alkışı kadar, protesto ıslığı almaları da doğaldır. Aslında kendilerinden beklenen, alkışlanırken "halk böyle istedi" demelerinin benzeri olarak, protesto edilmelerinin de kitlenin bir isteği olduğunu kabul etmeleridir. Protestolar ardında provokatör aranması, spora siyaset karıştırıldığının ima edilmesi abestir.
TT Arena'nın açılışındaki ıslıklı protestonun ardından köşe bucak her tarafta bu konunun tartışılması ve siyasi iktidarın bu eylemden şikayetçi olması, genel resmi görmek için bir fırsat aslında. Bir bakanımız Galatasaraylılığı'nı askıya alırken, bir diğeri o gece tribünde bulunanları nankörlükle suçladı. Hızını alamayıp, twitter'daki hesabından taraftarları gerizekalı olmakla suçlayan bürokrat dahi çıktı. Ekonomi dünyası, Galatasaray'ın stadın inşaatına olan katkısını yeni bir para birimiyle öğrendi. Egemen gücün her daim alkışlanması, öyle ya da böyle kabul edilmek zorunda olunması ancak biat kültüründe mevcuttur.
Bugün iktidarda bulunan parti bundan sekiz-dokuz yıl öncesinde Fenerbahçe tribünlerinde açılan ve uzun süre de açılmaya devam eden "adam gibi adam Recep Tayyip Erdoğan" pankartını halkın bağrından kopmuş bir iltifat olarak algılayabiliyorsa, TT Arena'nın açılışında karşılaştığı protestoyu da yine halkın içinden yükselen bir ses olarak görmek zorundadır. Tepkilerin tüm tribünlere yayılmasına neden olduğu iddia edilen TOKİ başkanı, temsil ettiği kurumun varlık amacını iyi idrak etmelidir. Kuruluşu 80'li yılların ilk yarısına denk gelen TOKİ, 2001 yılına değin "Toplu Konut Fonu" havuzunda toplanan vergilerle kendisine verilen görevi yapmıştır. 2001 yılında bu fonun kaldırılmasıyla maddi kaynağı kısılmış ve mevcut iktidarın yasal düzenlemesiyle kendisine kaynak yaratmak için kar amaçlı proje uygulamalarına geçmiştir. Seyrantepe projesi de bu yasal dayanakla, kar elde etmek için gerçekleştirilmiştir. Bu projede Galatasaray'ın da taraflardan biri olması konunun popülerliğini arttırmıştır.
Binbir zorluk ve emekle kendi yarattığı kaynakları kullanıp stadını yenileyen bir kulübün mensubu olarak, en büyük rakibimizin devlet garantisiyle, daha az emek harcayarak modern bir stada kavuşması hiçbir zaman içime sinmese de, Galatasaraylılar'ın stadyum açılışında ve ertesinde gösterdikleri tepkiye saygı duyuyorum. Tam bu noktada, ev sahibi sıfatıyla nezaketen yapılması gereken özür dilemenin dozunu hepten kaçıran Adnan Polat'ın tavrını izliyor ve Galatasaraylılar'ın tepkisini daha çok destekliyorum.
Seçilmişlerin, hizmet için seçildiklerini unuttukları ve hizmet vermesi beklenen kurumların lütuf dağıttığına inandıkları bu ortamda, Galatasaraylılar'a esas görev bundan sonra düşüyor. En azından 106 yılı olan geçmişlerinden güç alarak, zorla minnet etmelerini isteyenlere boyun eğip eğmeyeceklerini hep birlikte izleyeceğiz.
1 yorum:
Bilmem bilir misiniz? GS'nin seçim yaptığı Tevfik Fikret Salonunun kapısında onun bir şiiri yazılıdır.
kimseden fayda ummam, dilenmem kol kanat...
kendi boşluk ve gök kubbemde uçar giderim...
eğilmek, esaret zincirinden ağırdır boynuma...
fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir şairim
Yorum Gönder